Bir teklif ve imtihan meydanı olan şu dâr-ı dünyada, bazı şeyler vardır ki örtülü, perdeli, yahut tentenelidir.
Yani, var olduğuna inanıldığı halde, bunlar açıktan açığa bilinmezler. Bilinse şayet, teklif de, imtihan sırrı da ortadan kalkmış olur.
Demek ki, aleni şekilde bilinmemeleri ve bir derece gizli-saklı bırakılmaları, hem hikmete, hem hakikate gayet uygundur; aykırı her hangi bir tarafı yoktur.
Peki, nedir bu bilindiği, varlığına inanıldığı halde, herkesin alenen göremediği, dolayısıyla kat’î sûrette bil(e)mediği şeyler?
Meselâ: İnsanlar arasında Allah’ın velî kulları; Ramazan’da Leyle-i Kadir, Cumâ gününde vakt-i icâbe-i duâ, ömür içinde ecel vakti, dünyanın ömrü içinde kıyâmetin vakti, vesâire... (Sözler, s. 309; 24. Söz)
İşte, aynı hakikatli sır, Hz. Mehdî, Hz. İsâ, Süfyan ve Deccal gibi, âhirzamanda zuhûr edecek şahısların durumları, vaziyetleri için de geçerli.
Yani, bu mühim şahıslar da açıkça bilinemeyecek demektir. Belki, ciddî bir tetkik, tahkik ve taharri ile, daha da önemlisi kuvvetli bir “nur-i imanın dikkatiyle” ancak bilinmeleri ve tanınmaları mümkün olabilir.
* * *
Durum bu merkezde olduğu ve hakikat-i hâl böyle olduğu halde, ortalık “Mehdi taslakları”ndan geçilmiyor. Halihazırda, yaklaşık bir düzine “Mehdi adayı” var, yarım düzineye yakın da “Hz. İsa adayı.”
Kendileri sessiz-suskun da dursalar, etraflarında onları meth ü senâ eden simsarları, meddahları var.
Ama, bu şarlatanların hiçbiri çıkıp da herhangi bir şahsı Süfyan, yahut Deccal diye göstermiyor.
Peki, Süfyansız Hz. Mehdi ve Deccalsiz Hz. İsa nasıl olur? Böyle bir şey hiç mümkün mü?
Akla, mantığa göre olmadığı gibi, kudsî kaynaklara göre de olmaz; bir tek şarlatanlara göre olur, o kadar.
Evet, bugün piyasaya sürülen bütün “Mehdi taslağı adayları”na ben de aklım, vicdanım gayet rahat bir şekilde çıkıp “şarlatan” diyorum. Zoruna giden varsa, çıkıp karşılık versin de görelim.
Şayet, aralarında “gerçekten de Mehdi” olduğu iddia edilen biri varsa, onun da hiç çekinmeden bana karşı mânevî kuvvetini kullanmasını bekliyorum.
Hiçbir şey yapamıyorsa eğer, o takdirde sussun ve adeta işporta tezgâhına dönüştürülen bu piyasadan çekilsin gitsin.
Yeter artık, milletin kafasını karıştırıp durdukları. Bir de utanmadan, bazıları çıkıp Üstad Bediüzzaman’ı ve Risâle-i Nur’u karanlık, ufûnetli hasis emellerine âlet ve istismar edip duruyor.
Evet, hiç çekinmeden, hiç pervâ etmeden diyoruz ki: El’an Mehdi diye piyasaya sürülen isimlerden hiç biri Risâle-i Nur’daki ölçülere, düstûrlara, izah ve kıstaslara uymuyor, zerrece olsun uygunluk arz etmiyor. Bunlar, yüzde yüz kat’iyyetinde yalancı, sahtekâr, cerbezeci, muğalatacı heriflerdir.
Bediüzzaman Hazretleri, müteaddit yerlerde Hz. Mehdi’nin açıkça bilinemeyeceğini, alenen bilinmelerinin hikmet-i İlâhiyeye mugayir olacağını, teklif ve imtihan sırrına aykırı düşeceğini söylediği halde, bunlar çıkıp hem bu izahatın tersine gidiyor, hem de yüzleri kızarmadan, hiç haya etmeden yine Risâle-i Nur’u âlet edip Bediüzzaman’ı istismara çalışıyor.
İşte, bizim de sözümüz kendi halinde mütevazıyâne şekilde duranlara değil, çıkıp işporta tezgâhında Mehdi çığırtkanlığı yapanlaradır.
* * *
Herkes kendi mürşidini sevebilir, hürmet edebilir, “hidayet edici” mânâsında onu bir nevî Mehdi olarak da görebilir. Ama, hiç kimse çıkıp da “Bizimki Mehdi-yi Âzamdır” diyemez, Risâle-i Nur’a göre böyle bir iddiada bulunamaz. Buna kesinlikle izin, ruhsat yoktur.
Buna rağmen, bakıyorsunuz ulu orta yerde adeta bir “Mehdi pazarı” açılmış ve ortalık adaylardan, yahut adayların kösele suratlı meddahlarından geçilmez bir hale gelmiş.
Güler misin, ağlar mısın?
Bre köftehorlar! Siz bilmez misiniz ki, bu mânevî makamların kontenjanı sadece birer kişiliktir. Hem, bilmez misiniz ki, bu makamlara öyle askıntı olmakla, şarlatanca reklâm-duyuru yapmakla varılmıyor, ulaşılmıyor, erişim sağlanamıyor.
Yâhû, kimin Mehdi, kimin Hz. İsa olduğu/olacağı, doğrudan doğruya İlâhî takdir ve tasarruf altındadır.
Hem, bunlar aynı zamanda mânevî ve uhrevî makamlar olup, öyle dünya umuruyla hâşâ ölçülecek, biçilecek, tartılacak, yahut elde edilecek türden şeyler değildir ve asla olmazlar.
* * *
Son olarak, ümmetin bin dört yüz senedir beklediği “Mehdi” gerçeğine muhalif olanlara, bunun kuru bir iddiadan ibaret olduğunu söyleyenlere de birkaç kelâm edelim.
Bir kısmı zaten zıvanadan çıkmış olan bu cephenin kimi adamları “Kur’ân Mehdi’den bahsetmiyor” diyor; Sünnete ve Hadislere karşı da menfice bir tavır takınıyor.
Evet, âyetlerde Mehdi’den sarih olarak bahsedilmiyor. Buna rağmen, bazı âyetlerin işarî, imaî, remzî mânalarından veya “mefhum-u muhalif” tarzındaki mesajlarından, Peygamberimizden (asm) sonra Mehdi-misâl hidayet edici zâtların geleceğine, çıkacağına dair mânalar pekâlâ istihraç edilebilir.
Kaldı ki, her asrın Mehdisi gibi, bilhassa “Âhirzaman Mehdisi”den de bahseden sahih rivâyetler var.
Hiç şüphe yok ki, Hadis’te var olan bir hakikatin Kur’ân’da olmaması kàbil değil. Zira, iman ediyoruz ki: “Yaş-kuru ne varsa, Kitâb-ı Mubin olan Kur’ân’da vardır.”
Buna rağmen, yine de kişi inanıp inanmamakta serbesttir. Bir şeyi zorla kabul ettirmeye çalışmak, en başta Kur’ân’ın hükümlerine aykırı...
* * *
Sahih Hadisler, Âhirzamanda gelecek olan Büyük Mehdi’den bahsedip müjde veriyor. Hadislerde var olan bir hakikatin Kur’ân’da hiç yer almaması düşünülemez. Buna göre, bazı âyetlerden de Hz. Mehdi’ye dair mânâlar pekâlâ istihraç edilebilir.