Son iki aylık zamanımızın çoğunu iç ve dış seyahatlerde geçirdik.
Bu seyahatler, haliyle yorucu geçiyor. Zihnen, bedenen, dimağen yoruluyorsunuz.
Fakat, hayırlı hizmetlerde koşturduğunuza inanıyorsanız, o maddî yorgunluğa mukabil kalben, ruhen, vicdânen rahatlıyorsunuz. İçiniz ferâhlıyor, huzur buluyorsunuz.
Şükürler olsun, haricî seyahatlerimiz hep bu mânâ çerçevesinde geçti. Hepsinden de içimiz dolu dolu huzurla, sürûrla geri döndük.
Döndük dönmesine de, ne gördük, ne bulduk?
Ne yazık ki, her defasında—ülke geneline yayılan—yine aynı nâhoş manzaraları, üzücü tabloları gördük: Kavga, çekişme, didişme, gıybet, dedikodu, bilek güreşi, hücûmlar, salvolar, kalp kırmalar, vesâire...
Bunlar, hakikaten artık usandırdı, bıkkınlık, yılgınlık verdi.
Zira, bu tür kavgaların ve dahilî ihtilâfların bizden hiç kimseye ve kudsî hiçbir dâvâya faydası yok. Sadece ve sadece zarar üstüne zarar, hasar üstüne hasar veriyor.
Şahıs ve lider merkezli başlayan ve zamanla kadroları, hatta kitleleri içine alan bu mânâsız çekişmelerin mutlaka önüne geçilmesi ve günden güne genişleyerek şiddetlenen bu fitnekâr kavgaların bir son bulması lâzım ve elzemdir.
Hiç şüphemiz yok ki, kavgaya dahil olan veya kızıştıran her mü’min, ileride bu yaptığından pişmanlık duyacak “Keşke yapmasaydım. Keşke kardeşimin kalbini kırmasaydım” diyecek, demeye mecbur kalacak.
Şu ân yara sıcak olduğu için, çoğu kimse yaptığı taarruzlu tahribatın farkında değil. Dahası, karşı tarafa saldırmak, gıybet ve dedikodu ile karalamada bulunmak, yıkım olduğu için kişiye çok kolay ve basit geliyor.
Oysa, bütün bu yapılanlar şer ve tahrip hesabına geçiyor. Dinimize, vatanımıza, insanımıza hiçbir fayda getirmiyor.
Asıl maharet ise, yıkıcı değil yapıcı olmakta, tahrip değil tamire çalışmaktadır. Gelin, biz de bunu yapalım.
* * *
Kavgaya tutuşanlar, isterler ki herkes onlardan yana olsun, onlarla birlikte karşı tarafa acımasızca saldırsın.
Bunlar taraftar buldukça, iştahları daha da kabardığı için, karşı tarafa öldürücü darbeyi indirmenin hesabını yapmaya başlıyorlar.
Oysa, bizlerin kavgayı sonlandırmaya, fitne-fesat ateşini söndürmeye, gerginlikleri gidermeye çalışması lâzım.
Çünkü, karşı karşıya gelenlerin hemen tamamı kendi öz insanımızdır: Kardeşimiz, arkadaşımız, akrabamız, ahbabımız, dostumuz, vatandaşımız, dindaşımız bunlar.
Velhâl, bizerin üzerine düşeni yapması lâzımdır ki, yakılan bu fitne ateşinden istifade ile kavgayı daha da kızıştırmaya çalışan gizli komitelerin hevesi kursaklarında kalsın. Aksi halde, yaşananlardan hepimiz bir şekilde zarar-dide oluruz.
RUZNÂME 15 Ocak 1990
İsim değişir, ilânât devam eder
Yeni Asya gazetesi, on yıl önceki (1980) aynı isimle yayın hayatına yeniden başladı.
21 Şubat 1970’te Bâbıâli’de ilk sayısı çıkan Yeni Asya gazetesi, 12 Eylül (1980) Darbe Cuntası tarafından keyfî bir sûrette kapatıldı. Ardından Yeni Nesil, o da kapatılınca Tasvir gazetesi çıktı.
Darbe ufunetinin dağılıp demokrasi havasının kısmen teneffüs edilmeye başlanmasıyla birlikte, hem Yeni Asya, hem de Yeni Nesil’in üzerindeki keyfi yasak kaldırılmış oldu.
3 Ocak 1990’a kadar Yeni Nesil ismiyle çıkan gazetenin personeli, hükûmet destekli bir iç darbe sonucu, maaş ve tazminatları verilmeksiniz işten çıkarıldı.
İşten atılan kadrolar, okuyucu kitlenin tam sahip çıkmasıyla, 15 Ocak 1990’da bu kez yine Yeni Asya ismiyle gazetenin ilk sayısını çıkarmayı başardı.
* * *
Askeriyenin gölgesinde 12 Mart 1971’de başlayan ara ve kara rejim döneminde, muhtıracıların hayli rahatsız olduğu Yeni Asya gazetesi, o zaman da birtakım baskı ve tehditlere maruz kaldı. Ancak, “tavizsiz istikrar çizgi”sini sürdürmekten yine de geri durmadı.
Esasen, asıl gaye için bir vasıta ve bir ilânat vesilesi olarak Risâle-i Nur’un nâşir-i efkârı olabilmeyi en büyük şeref addeden Yeni Asya’nın yayın çizgisi, 1960’ların tâ ilk yıllarından itibaren neşredilmeye başlanan haftalık Zülfikâr, Uhuvvet ve İttihad gazetesinin devamı mahiyetinde bugün de devam edip gidiyor.
Hülâsa: Zaman içinde gazete ve neşriyat ismi değişse de, misyon çizgisi ve ilânât hizmeti aynı fikir ve mânâ istikametinde devam ediyor denilebilir.
...................................
NOTLAR
1) Vesilenin ismine, cismine, şekline, mahiyetine değil, neticesine bakılır. Neticesi rızâ-yı İlâhi ise, onun aleyhinde bulunulmaz.
2) Şu sebep ve hikmet dünyasında vesilesiz-vâsıtasız bir hizmet düşünülemez. Yoktur. Yani, yapılan her hizmetin bir sebebi, bir vesilesi vardır. Dolayısıyla, hizmete götüren bir vesileye, bir vasıtaya düşman olmak, bilerek-bilmeyerek asıl hizmete düşmanlık hesabına geçer.
3) Vesilenin-vâsıtanın çalışanı, elemanı, okuyanı, taşıyanı, yansıtanı olunur; gaye ve dâvânın ise, neferi, hademesi, talebesi, cemaati olunur.
***
@salihoglulatif: Yıkıcı olmak kolay. Maharet, yapıcı olmaya çalışmakta. Yarın muzdarip olmamak için, bugün irademize hâkim olup kalp kırmamaya, gönüller yıkmamaya âzamî derecede dikkat ve hassasiyet göstermeli.