2004 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde “Risâle-i Nur hareketine karşı ‘etkin mücadele’ edilmesi”nden de söz ediliyor.
Ne var ki, bu mücadele, açıktan ve merdâne bir şekilde yapılmıyor, yahut yapılması göze alınamıyor.
Bu sebeple, görebildiğimiz ve anlayabildiğimiz kadarıyla, o “mücadele” gizli, dolaylı ve üstü kapalı bir sûrette sürdürülmeye çalışılıyor.
Burada şunu da itiraf edelim ki: Tam da o tarihten bu yana, Bediüzzaman Said Nursî ve Risâle-i Nur ve Nur Talebelerine karşı, özellikle “hoca kisveli” veya “dindar kılıklı” kimselerin eliyle gayet sinsice bir mücadele yürütülüyor.
Bu “nâmertçe” mücadelenin figüranları, yahut piyonları, çeşitli mahfillerde ve türlü kanallarda Nur cereyanına karşı akla hayale gelmedik yalan, iftira ve karalamalarda bulunuyorlar.
Geçmişte, dinsizler ve münafık zındıklar tarafından ısıtılıp ısıtılıp savcılıkların iddianâmesine koydurulan aynı türden yalan ve iftiralara, 1935’ten tâ 1985’e kadar devam edip gelen 1500’den fazla mahkemelerde gereken cevaplar verilmiş ve muknî izahlarla o meseleler vüzuha kavuşrulmuştur.
Öyle ki, bu mahkemelerin tamamı beraat kararı vermiş ve herhangi bir yanlışa, yahut bir kànunsuzluğa rastlanılmamıştır.
İşte, din düşmanları tarafından elli sene (1935-85) müddetle yapılan taarruzların tamamı boşa çıkartıldığı halde, şimdilerde aynı temcit pilâvları bu kez dindar kılıklı kişi ve gruplar marifetiyle ısıtılıp servis edilmeye çalışılıyor.
Böylesi bir gelişmenin vuku bulacağına, Bediüzzaman Hazretleri de Kur’ân dürbünüyle bakarak görmüş ve haber vermiştir: “Gizli din düşmanı olan münafıklar, cepheyi değiştirip din perdesi altında hücûma geçecek ve taarruzda bulunacaklar.”
Başka karanlık odakların âleti haline gelen bu dindarlara kızmak mı, yoksa onlara acımak mı lâzım? Hiç şüphesiz, acınacak durumdalar. Zira, onlar kullanıldıktan sonra, bir kenara atılacakları ve belki de cezalandırılacakları muhakkaktır. Zira, ortada mahlup edilmez bir kuvvet, bir dehâ var ki, onun mağlup edilemediğini anladıklarında, bu kez dönüp kullanmış oldukları piyonları harcamaya başlayacaklar. Tıpkı, mâzide olduğu gibi: Evet “Önce Nur’un aleyhinde istimal ettiler; sonra da onları pişman ve perişan ettiler.”
* * *
Nur cereyanını zaafa uğratmak, hatta mağlûp etmek için, zındıklar, türlü yöntemlerle uğraşılarına dün olduğu gibi bugün de devam ediyor.
Fakat, şu kat’î hakikati onlar ve herkes bilsin ki: Nur hareketi, şahsiyet-i mâneviye dairesi ve hüviyeti içinde kalarak hizmetine devam ediyor. Böyle olduğu içindir ki, onu asla mağlûp edemezler. Dolayısıyla, mağlûp etmek için, onlar diledikleri kadar siyaset, ticaret, şahsiyet ve hatta komitacılık gibi çökertilebilir unsurları devreye sokmaya çalışsınlar. Nafile. Tamamının boşa çıkması, şimdiye kadar vaki olduğu gibi, bundan sonra da mukadderdir. Konuyu, Risâle-i Nur’dan birkaç vecize ile bitirelim:
"Bu zaman, cemaat zamanıdır. Ferdi şahısların dehası, ne kadar harika da olsa, cemaatin şahs–ı mânevisinden gelen dehasına karşı mağlûp düşebilir." (Emirdağ Lâhikası, s. 64)
“"Elhasıl: Madem biz ehl–i dünyanın dünyalarına ilişmiyoruz; onlar da bizim âhiretimize ve imanî hizmetimize ilişmesinler." (Şualar, s. 317)
"Efendiler! Beyhûde yorulmayınız! Eğer aradığınız varsa, hiçbir ucunu bu kadar zaman bulamadığınızdan biliniz ki; onu idare eden öyle acîb bir dehâ vardır ki, mağlûp edilmez ve mukabele edilmez. Çare-i yegâne, onunla musalahadır." (Tarihçe–i Hayat, s. 208)
"Risâle–i Nur’la mübareze edilmez, o mağlûp olmaz." (Şualar, s. 329)
"Size ihtar ediyorum: Kur’ân’a dayanan Risâle-i Nur ile mübareze etmeyiniz. O mağlûp olmaz, bu memlekete yazık olur." (Şualar, s. 308)
"Risâle–i Nur’a karşı gizli düşmanlarımızdan bazı zındıkların şeytanetiyle çevrilen plânlar ve hücumlar inşaallah bozulacaklar. Onun şakirtleri başkalara kıyas edilmez, dağıttırılmaz, vazgeçirilmez, Cenâb–ı Hakkın inayetiyle mağlûp edilmezler." (Tarihçe–i Hayat, s. 483)
GÜNÜN TARİHİ 12 Nisan 1925
İki ayda biten Şeyh Said kıyâmı
Devlet-hükûmet kuvvetlerine karşı kıyâm (isyan) hareketinin başı olarak aranan Şeyh Said, 12 Nisan 1925’te Varto (Muş) taraflarında yakalandı.
Şeyh Said’e bağlı milisler ile ordu birlikleri arasındaki müsademe (çatışma) 11 Şubat’ta Piran köyünde başlamıştı.
Ne var ki, bu çatışmadan Şeyh Said’in haberi olmadığı gibi, çatışma emrini veren de kendisi değildi. Dolayısıyla, iki ay kadar devam eden bu kanlı hadisenin kimin emir ve direktifiyle başlatıldığı verdiği hususu hâlâ meçhûliyetini muhafaza ediyor.
Bingöl’ün Genç kazası taraflarında bulunan Şeyh Said, çatışmaların başladığından ancak iki sonra haberdar oldu. Yani, bir kıyâm harekâtına önceden bir hazırlık içine girmekle beraber, kanlı çatışmanın startını veren, yine de Şeyh Said’in bizzat kendisi olmadığı anlaşılıyor.
Diyarbekir’e getirtilen ve İstiklâl Mahkemesinde alel-usûl yargılanan Şeyh Said ve 46 kader arkadaşı, gayet gaddarâne bir şekilde idam edilerek bir çukura gömüldüler. Mezar yerleri, hâlâ tam olarak bilinmiyor. Sadece “Orduevi bahçesi” deniliyor; o kadar.
* * *
Şubat ayı ortalarında şiddetlenip Nisan ayı ortalarında bitme noktasına gelen Şeyh Said’in kıyâm hareketi, Diyarbekir, Elaziz ve Bingöl vilâyetleri arasındaki bölgeyle sınırlı kaldı.
Doğu Bölgelerindeki Kürtlerin, yahut dindarların isyanıymış gibi anlatılan Şeyh Said Hadisesiyle ilgili resmî tarih tezi doğru değildir. Baştan sona yalan ve yanlışlarla doludur. Dolayısıyla, doksan yıl evvel vuku bulan ve içyüzü meçhûlde kalmış olan bu elim hadisenin, tarafsız tarihçiler ve hukukçular tarafından yeniden ele alınarak tahlil edilmesi gerekiyor.
@salihoglulatif: Henüz öğrenci iken, yani tahsil hayatı henüz daha bitmeden, okul arkadaşıyla—dolaysıyla yaşıtı olan biriyle—tutup flört ederek evlenen ve fakat sonradan ayrılmayan, yahut yaptığı o evlilikten pişman olmayan bir çifte henüz rastlayabilmiş değilim.