Doksan yılı aşkın bir süredir tartışma gündeminden hiç düşmeyen “Lozan meselesi”, bugünlerde yeniden hararetle tartışılmaya başlandı.
Biz istesek de, istemesek de, konu bir şekilde tartışılmaya devam ediyor ve daha da edecek gibi. Tâ ki, bu mesele her yönüyle vüzûh peydâ edinceye kadar...
(Bu arada, pek yakında piyasaya çıkacak olan “Ahirzaman Tarihi” ana başlıklı kitap serisinin 3. cildinde, bu konunun etraflı şekilde izah edildiğini de hatırlatmış olalım.)
* * *
27 Mart’ta (1923) meçhûl ve muammalı bir şekilde katledildiği anlaşılan Trabzon mebusu (Meclis Başkan Vekili) Ali Şükrü Bey’in cesedi, Ankara’nın hemen her tarafında harıl harıl aranırken... Aynı şekilde, 2-3 gündür bütün dikkatler M. Kemal’in yakın adamı olarak bilinen Çankaya Muhafız Komutanı Topal Osman üzerinde yoğunlaşırken, Millet Meclisi bir anda “erken seçim” meselesiyle çalkalanmaya başladı.
Meclis Başkanı M. Kemal, 1 Nisan günü Meclis’ten erken seçim kararını çıkarttırdı. Bu sayede, “Ali Şükrü Cinayeti” üzerinde yoğunlaşan dikkatler bir derece dağılmaya yüz tuttu.
* * *
Bir erken genel seçimle Meclis'in yenilenmesi için Temmuz ayında yapılan milletvekili seçimlerinde, şu nokta bilhassa dikkat çekiyordu: Yeni mebuslar listesine, tâvizkâr Lozan Konferanslarına muhalefet eden I. Meclis’in hiçbir üyesi dahil edilmemişti.
Yani, 11 Ağustos'ta toplanan II. Devre Millet Meclisi’nde “Lozan muhalifi” bir tek mebusun bulunmaması için gereken herşey yapılmıştı. Gariptir ki, yeni Meclis'in açılmasıyla, II. Lozan heyetinin Türkiye'ye gelmesi de aynı günlere denk getirildi.
Yeni Meclis, 23 Ağustos'ta Lozan Antlaşması’nı görüştü ve büyük bir ekseriyetle anlaşma maddelerini kabul etti. Bu Antlaşmaya karşı gelen ve red oyu kullananların sayısı 14 kadardı. Bunların arasında, Kâzım Karabekir, Refet Bele, Ali Fuat Paşa gibi, bir sene sonra Meclis'te anamuhalefet görevini üstlenecek olan şöhretler vardı.
Yeni Meclis üyelerinin, aynı zamanda 9 Eylül'de kurulan Halk Fırkasının da mensubu olması istendi. Vekillerin çoğu, bu dayatmayı kabul etti ve o partiye üye oldu. Direnenler ise, 9 Kasım 1924'te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasına katıldı. Ne var ki, tâ 3 Mart'ta (1924) açığa çıkan “Dini dışlama” niyet ve hareketi, farklı siyasî görüşlere de zerrece müsamaha göstermeyecekti.
Evet, 1924 yılının 3 Mart'ında Hilafetin lağvıyla birlikte, Medreseler de kapatıldı. Ardından, din adına ne varsa siyasî, medenî, sosyal ve kültürel hayattan sökülüp atılmaya başlandı.
Aynı yönde olmak üzere, farklı siyasî oluşumlar da yok edilmeye çalışıldı. İlk etapta, İstiklâl Savaşı’nın en kudretli paşalarının da içinde ve başında bulunduğu Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası cebren kapatıldı. Kurucuları ile yönetim kadroları adeta biçildi. Bu vatanperver kişiler, 1925'teki Şeyh Said Hadisesi ve 1926'daki muhayyel İzmir Sûikastı Hadisesiyle irtibatlandırılmak sûretiyle mahkemeye sevk edildi. Neredeyse tamamı idam edilecekti.
Bir kısmı kurtuldu; ancak, dinî tedrisat gibi, demokratik teşebbüslerin de, ne yazık ki sonu getirilmiş oldu. Kurtulanlar, hem siyasetten, hem de siyasetin merkezi olan Ankara’dan uzlaşmaya mecbur edildiler.
* * *
Hiç şüphe yok ki, Lozan heyetinin başındaki İsmet Paşa’nın kılavuzu Mısır Hahambaşısı Haim Naum’dur. Dolayısıyla, Lozan’ın gizli mimarından biri odur, diğeri ise Lord Curzon'dur.
Kalabalık Türkiye heyeti, Lozan’da büyük çapta dışlanmış ve baypas edilerek, adeta paspasa çevrilmişlerdir.
Özellikle bu durum sebebiyledir ki, Lozan’a dair resmî kayıtlar, tâ başından itibaren–hatta Lozan’daki diplomatlarımızın nazarında bile–inandırıcı olmaktan çıkmış; buna mukabil, gayr-ı resmî kayıtlar, günden güne değer ve itibar kazanmıştır.
* * *
Sonraki bölümde, ekâbirlerin “İslâm dinini terk etme” yönündeki sözlerini, itiraflarını aktarmaya çalışalım.