Biz, Fethullah Hocanın sıkıntı çıkaracağını sezdiğimiz için (1973 senesi olabilir) Hocayı İstanbul'a çağırdık. Bu sezgimiz delillere dayanıyordu.
Fethullah Hocanın etrafında bir takım insanlar toplanmış, Hocaya bazı makamlar izafe ediyorlardı. Kimisi "Hz. İsa”, kimisi "Mehdi" kimisi de "Kahtani" diyordu. Hocaya aşırı iltifatlar yapılıyordu. Bundan dolayı da bazı yerlerde "Fethullah Hoca namına" ona bağlı olduğunu söyleyen insanlar tarafından dershaneler açılıyordu: Edremit, Çanakkale gibi.
Biz sür'atle bunun üzerine gidilmesi lâzım geldiğini, aksi takdirde "yeni bir doğum" olacağını; parçalanmaya, bölünmeye gidileceğini ortaya koyduk. Ağabeyleri de bir ölçüde ikna ettik.
İşte burada ağabeyler imtihanlarını veremediler. Fethullah Hoca bir şey yapıyordu; biz ağabeyleri ona uyarı için gönderiyorduk: "Gidin, uyarın!” Oraya ikaza giden ağabeyler, "Kendilerine göre Kur'ân kursu var, talebe yetiştiriyorlar, maşaallah, barekâllah" deyip tebrikle, takdirle dönüyorlardı.
İstanbul'da, Hizmet Vakfında, Fethullah Hocanın da bulunduğu bir toplantı düzenledik. Bütün arkadaşlar, ağabeyler vardı. Fethullah Hocaya şunları söyledim:
"Bak böyle böyle bir hadise var. Biz aynı Üstadın talebeleriyiz. Nur Talebesiyiz. Böyle ayrı bir hareket, 'size bağlı, bize bağlı' diye bir durum olamaz. Kim bunu yapıyorsa, bize istinaden yapıyorsa, bunun haddini bildirelim. Size bağlı görünüyorsa, siz onun haddini bildirin, bu mesele bitsin."
Hoca şu cevabı verdi:
"Ben sizin gibi düşünmüyorum. Bunlar olabilir. Bunlar Asr-ı Saadette de olmuş. Hatta, biliyorsunuz Sahabeler kemiklerle birbirlerinin üzerine yürümüşler. Ben de böyle farklı oluşumların olabileceğine inanıyorum. Böyle oluşumların üzerine, sizin anladığınız tarzda, şiddetle gidilmesi taraftarı değilim."
Konuşmamız karşılıklı olarak şöyle devam etti:
Dedim "Onlar Sahabeydi. Hepsi içtihada yetkiliydiler. Fakat biz böyle değiliz. Biz aynı Üstadın talebeleriyiz. Bizim böyle içtihat yetkimiz yok. İçimizde böyle bir meselenin olmaması lâzım."
Hoca kabullenmedi. Ben yine şunu söyledim: "Siz böyle devam ederseniz, biz size tavır koyarız. İçimizde böyle bir oluşuma imkân ve fırsat vermeyiz."
Hoca, "Sizin bileceğiniz iş" dedi.
Sonuçta Fethullah Hoca kendi yolunu çizdi, ama bizim cemaatimizden fazla adam alamadı. İzmir'deki bazı arkadaşlar hariç.
Ağabeylere, yanlış hareket edenlere karşı bir türlü tavır koydurtamadık; siyasetçiler başta olmaz üzere... Tabiî o zaman, fitne hareketleri bu davranışlardan güç ve kuvvet alıyorlardı. Biz bunları gördük.
Biz yine de (Yeni Asya grubu olarak) Fethullah Hoca meselesinin üzerine gittik. Zübeyir Ağabey o zaman vefat etmişti. Eğer alınan kararlar gereği ağabeyler de meselenin üzerine ciddiyetle gitseydi, ne siyasî noktada biz bu kadar zarar görürdük, ne de Fethullah Hoca noktasında böyle bir duruma gelirdik,
Başka meseleler de değişik olurdu. Çünkü, müşterek olarak tavır koyduğumuz zaman böyle şeylerin gelişmesi, kuvvetlenmesi mümkün olmayacaktı. Cemaat tek sesle karşısına çıkacaktı.
Bu tavrı ancak Zübeyir Ağabey ortaya koyuyordu.
(M. Kutlular, İşte Hayatım, Yeni Asya Neşriyat 2008, s. 247-249)