Hemen her gün karşılaştığımız özellikle “küçük esnaf”ın halini arada bir yazmazsak, bu kesimin feryâdına tercüman olmazsak, fikren ve vicdânen vazifemizi yapmış sayılmayız.
Zira, devamlı sûrette içiçe olduğumuz bu sınıf, aynı zamanda dar gelirli kesimin zarurî ihtiyacına da en çok cevap veren, çare olan bir nevi “sosyal sigorta” mesabesindedir.
Dolayısıyla, bu kesimin zor durumda bırakılması, iş tutturamaz, yatırım yapamaz hale düşülmesi, toplum tabanındaki büyük bir kitlenin de mağdur edilmesi anlamına gelir.
Bu önemli hatırlatmalardan sonra, şimdi de bu hayatî sektörün içinde bocalayan, düşe-kalka giden insanlarımızın hal-i pürmelâline biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Aç-kapa travması
İster ticaret, ister imalat işi olsun, helâlinden rızık kazanmak için bir işyeri açma niyetindeki insanlarımızın teşebbüs gücü, ne yazık ki adeta dumura uğratılmış vaziyette.
Bu açık gerçeği göremeyenlere şunu sormak lâzım: Siz hiç çevrenizde içi rahat şekilde bir dükkân, bir mağaza açma, yahut bir atölye, bir fabrika kurma cesareti gösterenlere nice zamandır rastlayabiliyor musunuz?
Şahsen biz göremiyoruz...
(NOT: İhale işiyle uğraşanlar, taşeronlar, bahsimizden hariçtir.)
Hem, normal esnafta nerede o iç rahatlığı, nerede o cesaret... Hür teşebbüs gücü, maalesef öyle ağır bir darbe yedi ki, normal bir geçim tezgâhı kurmak, eskiye oranla neredeyse yüzden bire indi.
Özellikle son yıllardaki politikalarla, insanımızın rekabet ve teşebbüs duygusu acımasızca törpülendi, örselendi. Vatandaş, daha işin başında ağır vergilerin kıskacına alınıyor.
Bir iş tezgâhı kurup daha "Bismillah" demeden, borçlandırıldığı ağır vergilerle âdeta vurgun yemişe dönüyor. Ağzına götüreceği lokma elinden, kaşığından alınıyor.
En başta maliyenin merhameti yok. Esnaf, tüccar, sanayici, kazansın kazanmasın, bir işyeri açtığı andan itibaren maliyece tahakkuk ettirilen ağır vergi kàbusuyla karşı karşıya geliyor. Ve bir daha da kurtulamıyor.
Hemen ardından belediyenin talepleri, istekleri, tahakkuk limitleri devreye giriyor.
Yani, kurulan ticarî çark daha doğru dürüst dönmeden, normal halde çalışmaya başlamadan, aylık kira bedeli yanı sıra, elektrik, su, gaz, telefon faturaları birbiri ardınca sıraya diziliyor.
Sabit, yahut periyodik ödemeler bunlarla da sınırlı değil.
Çalıştırılacak elemanların da maaş ve primleri hiç geciktirilmeden ödenmesi gerekiyor. Aksi halde, yetişmiş elemanı elinden kaçırmak ve birikmiş primleri cezasıyla birlikte yatırmak durumunda kalınıyor.
Evet, bir şirket kurup çalıştırmak, bir müesseseyi ayakta tutarak yönetmek o derece ağırlaşmış, o derece zorlaşmış ki, buna güç kuvvet dayanmıyor.
Bu yüzden, çöken, dağılan, iflâs eden, üstelik yüksek faizli bankalara merhametsizce borçlanan firmaların ardı arkası kesilmiyor.
Şirketlerin iflâsıyla birlikte, mevcut işsizlik oranında da her geçen gün biraz daha tırmanış kaydediliyor.
Şirketlerin iflâsı, aynı zamanda birçok ailenin dağılmasına ve özellikle kadınların, çocukların orta yerde perişan olmasına da sebebiyet veriyor.
* * *
Dünyadaki birçok ülkeye nazaran, aslında dinamik, çalışkan, cevval bir toplum yapısına sahibiz.
Ne var ki, esnafı, tüccarı, yatırımcıyı teşvik etmesi gereken devlet, dengesiz ve adâletsiz vergi sistemi yanında, hantal ve demode olmuş istihdam politikaları sayesinde, kendi vatandaşının cesaretini kırmış, onu adeta canından bezdirir hale getirmiştir.
Esasında, kayıt dışı ekonominin meydan almasında, işporta ve seyyar satış tezgâhı gibi düzensiz çalışma hayatının revaç bulmasında, yine yılgınlık veren şu “ağır vergi yükü”nün çok büyük bir payı vardır.
Oysa, devlet, yatırımcı vatandaşa toleransla yaklaşsa, hiç değilse ilk yıllarda vergi yükü ve sair bürokratik engellerden onu bir derece muaf tutsa, hem kendisi daha kazançlı çıkar, hem yatırımcı, hem de iş arayan vatandaş kesimi.
O takdirde, devlet, çarkları canlı, hızlı, verimli dönen bir işyerinden daha tatminkâr ve daha düzenli vergi tahsil eder hale gelir. İş arayan, iş imkânını bulur. İşyeri sahibi de, güven içinde kazanıp, istihdam sahasını genişletmeye devam eder.
Dünyada gezip gördüğümüz gelişmiş medenî ülkelerdeki durum böyledir. “Aklın yolu bir” olduğuna göre, umarız Türkiye'nin tercihi de bu yönde olur.
***
@salihoglulatif:
Sürü psikozuyla hareket edenlerin misâli şuna benzer ki: Öndeki koyun, çalının ardını çimenlik sanarak uçurumdan atlıyor; sürünün gerisi de aynısını yaparak, adeta “toplu intihar”a sürükleniyor.