Seçimler, hür ve serbest şartlarda yapılmalı. Normali ve olması gerekeni budur.
Fakat, 150 yıllık demokrasisini hâlâ sağlam bazlara oturtamamış olan Türkiye’de, özgürlük-serbestlik bir yana, korkunun adeta kol gezdiği bir çok seçim veya referandum yapıldı.
Meselâ: 1923, 1946, 1961, 1982, 1987 ve 2015’de yapılan seçimlerde, referandumlarda olduğu gibi...
Şimdi, bunları sırasıyla hatırlamaya ve bilhassa arka plânlarını incelemeye, irdelemeye çalışalım.
(Önemli Not: Yukarıda zikredilen tarihlerin tamamında birbirine benzerlik arz eden bazı haller var. Şöyle ki: Hepsinde de ya ortam terörize edildi, ya devlet terörü estirildi, ya devlet sopası kullanıldı, ya anarşi ve terör tehdidi ile korkutmalar yapıldı, ya da darbe cuntasının süngüsü altında seçimler yapıldı. En son da (2015) ise, Türkiye tarihin en büyük ve en kanlı terör saldırısının gölgesinde ve tam bir korku psikozu havası içinde “tekrarlı” genel seçimlere gidildi.)
İlk seçim kararı Ali Şükrü Bey Cinayetinin gölgesinde alındı
Saltanat’ın kaldırılmasıyla birlikte teşkil olunan yeni Türkiye’de, ilk genel seçimler 1923 senesinin 28 Haziran’ında yapıldı.
Seçim kararının alındığı tarih ise, 1 Nisan (1923) günüdür.
Bu tarih, pek manidardır. Hatta, yeni Türkiye’de yaşanan en önemli bir hadisesinin vukû bulduğu günlerdir.
Söz konusu hadise, Trabzon mebusu Ali Şükrü Bey cinayetidir.
Bu zât, hem ilk Meclis’te Başkan Vekili, hem o günlerin hürriyetçi ve dindar demokrat olarak bilinen grubun lideri, hem de Ankara’da kurulan ilk özel/özerk mânadaki bir matbaa ve gazetenin sahibidir.
İşte, daha başka hususiyet ve meziyetleri de olan bu müstesna zât, 1923 senesinin 27 Mart’ında bir anda ortadan kayboldu.
Ankara, o tarihte küçük ve fazla da kalabalığı olmayan bir şehirdir.
Buna rağmen, birdenbire kayıplara karışan Ali Şükrü Beyin izine bir türlü rastlanamıyordu.
Birkaç gün sonra, her nasılsa, bir şekilde öldürüldüğü ve kàtilin de Çankaya Muhafız Alayı Komutanı, üstelik hemşehrisi Topal Osman olduğu anlaşıldı.
İşte, asıl nazara vermek istediğimiz hikâyenin en çarpıcı, en heyecanlı ve en düşündürücü kısmına gelmiş bulunuyoruz. Şöyle ki:
Ankara’nın dört bir yanında millî kahraman Ali Şükrü Beyin cesedinin aranmaya henüz devam edildiği 1 Nisan günü, doğrudan doğruya M. Kemal’in plân ve direktifiyle Meclis’te genel seçim kararı alındı.
Yine, aynı günün gecesi, Topal Osman’ın üzerine silâhlı birlikler sevk edildi. Çıkan müsademede Topal Osman yaralı olarak yakalandı. Fakat, her nedense, başı kesilmek suretiyle kafası gövdeden ayrılmış oldu.
En kuvvetli ihtimal, onu cinayete kimin azmettirdiğini söyletmemek için, bu tedbirle işin garantiye alınmış olmasıdır.
İşte böyle. Eline kuvvet geçiren bir grup, Kurucu Meclisin en güzide üyelerini dahi gözden çıkararak öldürtebiliyor.
Üstelik, bu korku ve kargaşa hali içinde, ülkeyi genel seçimlere zorluyor. Bu da yetmiyor, apar-topar şekilde seçim kànunları değiştiriliyor.
Kezâ, daha evvel Meclis’in hilâfına giderek düşman tarafa yardım edenler için çıkartılmış bulunan “Hıyânet-i Vataniye Kànunu” bütünüyle bağlamından kopartılarak, bu kez seçim kararına karşı gelecek olan Meclis üyelerine tatbik edilmesi cihetine gidiliyor.
Özetle: Hâlâ yürürlükte olan Kànun-i Esâsiye göre, genel seçim kararı, Meclis’in 3’te 2’sinin kabulüyle ancak alınabilirken, bir katakulli ile bu da değiştiriliyor ve çok daha az bir iştirak ile Meclis’te yeni seçim kànunu ile birlikte seçim kararı da çıkartılmış oluyor.
Bu gelişmelere razı olmayan üyeler horlanıyor, dışlanıyor ve hatta tanzim edilen yeni listelere alınmıyor. Öyle ki, tekrar mebus seçilmek isteyen kurucu iradenin şânlı üyeleri bile, bağımsız aday olmaktan başka çare bulamıyor.
İşte, böylesine ağır ve eşitlikten, adâletten yoksun şartlar altında, yeni Türkiye’de ilk genel seçimler yapıldı. CHF grubundan seçilenler, sadece masa başında ismi listeye dahil edilenler oldu.
Çok az sayıdaki bağımsız adayların başına ise, pişmiş tavuğun başına gelmeyenler geldi.
Kısaca, o günlerin genel atmosferi şudur: Muhalif konumdaki her aday ve her siyasetçi, Ali Şükrü Beyin o fecî âkıbetine uğramaya göze alarak ortaya çıkabildi ancak.
* * *
Şimdi düşünelim: Bu şartlar altında yapılan bir seçimden ne beklenir veya ne beklersiniz?
Rejimin adı Cumhuriyet olacak (birkaç ay sonra) ve güyâ memlekette hürriyet var, demokrasi (meşrûtiyet) var.
Hülâsa:
1923’teki genel seçim kampanyası, tam bir baskı, korku ve dayatmacı bir atmosfer içinde cereyan etti. Bundan da bir “mutlak istibdat” rejimi çıktı. 27 sene müddetle, milyonlarca insanımızın canı, malı, dini, imanı, namusu ve fikriyatı daimî bir baskı ve tehdit altında bırakıldı. Öyle ki, bu dönem itibariyle “Vatandaşımız vatandaş yerine ve hatta insanımız insan yerine konulmadı” denilebilir.
(Devam edecek)
@salihoglulatif: Seçimler hakkında her zaman için “Hayırlısı olsun” derim. Ama, kan, baskı ve korkuya dayalı kumpaslarla elde edilen bir başarıyı asla tebrik veya takdir etmem, edemem.