Zaman-ı meşrûtiyetin zembereği, ruhu, kuvveti, hâkimi, ağası haktır, akıldır, marifettir, kânundur, efkâr-ı ammedir... Kimin aklı keskin, kalbi parlak olursa, yalnız o yükselecektir.
Bediüzzaman Said Nursî
Atalarımız, boşuna “Keskin sirke, küpüne zarar” dememiş.
Bu tür isabetli sözlerin kaynağı örfümüz, imanımız, irfanımızdır.
Âyette “Ruhemâu beynehûm” deniliyor. Yani: Kendi aranızda merhametli olun; birbirinize karşı mülâyemetle hareket edin.
Bu hakikate iman ettiği halde, bunu nefsinde tatbik etmeyen çok sayıda insanımız var.
Zaten, imtihanın en zor, en çetin kısmı da burasıdır: İnandığını yaşayıp yaşayamama noktası...
* * *
Tavsiyelere, nasihatlere, mürşidâne sözlere bakarsanız, herkesin birbirine demet demet sabır, sebat, metanet, merhamet, uhuvvet, muhabbet, mülâyemet, ferâgat, fedâkârlık, kavl-i leyyini... takdim veya tavsiye ettiğini görürsünüz.
Bunlar elbette ki güzel ve olması gereken şeyler. Fakat, mesele bundan ve bu kadarlıktan ibaret değil.
Asıl mesele, işin tatbikat sahasında karşımıza çıkıyor.
İnandığı şekilde değil de, tam tersine, yani inanmadığı ve doğru bulmadığı tavırları sergilemekten kendini alıkoyamayanlar, bünye içinde zincirleme sıkıntılara, müzmin marazlara sebebiyet veriyor.
Böylelerinde görülen iman ve amel zıtlaşması, sâfi zihinleri allak-bullak ediyor. Kargaşa meydana getiriyor. Beşeri münasebetlerde ciddî sarsıntılara, zedelenmelere yol açıyor.
* * *
İtikatta başka, amelde başka türlü hareket edenlerin sergilemiş olduğu çelişkili durumları biraz daha netleştirmeye çalışalım.
Meselâ: Zihinlerde bilgili, tecrübeli ve hürmete lâyık olarak bilinen kişi, bir bakıyorsunuz kendisinden hiç beklenmedik tarzda ve icabında uluorta yerde gayet çirkin, agresif, şeni’ bir davranışta bulunuyor.
Yahut, tehevvüre kapılarak gayet itici ve kırıcı sözler sarf ediyor.
Kezâ, asabilik damarı kabardığı için muhatabıyla çok sert tartışmalara giriyor.
Öfkesine hakim olamayıp, iman kardeşiyle olan bütün bağları koparırcasına gayet ağır tahkir ve tezyiflerde bulunuyor.
Sokak dilini kullanıyor.
İcabında, yıllardır birlikte hizmet ettiği dâvâ kardeşini haysiyet kırıcı şeylerle itham ediyor, türlü isnatlarda bulunuyor.
Vesâire, vesâire...
Kişinin bütün bu sayıp döktüklerinin doğru veya yanlış olması bir yana, sergilenen söz ve ameller itikada muhalif olduğu gibi, asgarî nezaket kurallarına dahi aykırı düşüyor.
İşte, böylesine aykırı, asabi, agresif tipler sizin yanınızda, yahut sizin safınızda olsa ne olur, olmasa ne olur. Bulunduğu yere zarar vermekten, yahut efendi tutumlu kimseleri sizden, sizin fikriyatınızdan nefret ettirmekten başka ne faydası dokunur?
Şahsınıza zarar verenle, şahsen muhatap olabilirsiniz. Fikriyatınıza veya camianıza zarar verenlere karşı ise, ferden duramaz ve münferiden hareket edemezsiniz. Hodserâne tavırlar takınamazsınız. Buna hakkınız da yok, hukukunuz da.
Kezâ, daire içindeki fertlere karşı şahsî cesaret de sergilenemez. Buna da izin yok.
Diyelim ki, sen gördüğün bir hata, bir yanlışlık karşısında birine sinirleniyor, ona karşı bağırıp çağırıyor, sin-kaflı sözler sarf ediyor, öfke kabarmasıyla onu tutup boğazlayacak bir hale geliyorsun.
İyi de, sen bu tarz bir yetkiyi nereden alıyorsun? Seni kim tevkil etmiş? Böyle sokak ağzıyla, yahut mahalle kabadayısı edâsıyla hareket etmenin kaynağı, dayanağı nerede?
Bütünüyle şahsî ve hissî menşeli olan bu tür davranışların hiçbirinin kudsî kaynaklarda ne yeri var, ne de istinat noktası...
Bir camianın bünyesine zarar verme ihtimali olanlara karşı, iç bünyenin kendi refleksleri var. Camianın ilgili kurulları ve kuralları var.
Bunlar dururken, herhangi bir ferdin kendi başına çıkıp hâkim, savcı, avukat kesilmesi, faydadan çok zarar verir. Esasen, şimdiye kadar bir fayda sağladığı da görülmüş değil.
O halde, kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, ferdî inisiyatiflere değil, kalıcı ve umumu alâkadar eden düstûrlara, prensiplere bakmak, hakikatli ölçü ve kıstaslara odaklanmak gerekiyor.
Aksi halde, bünye zaafa uğrar. Zihinler bulanır. Kalpler katılaşır, ifsad olur.
En mühimmi de, ihtilâf sebepleri çoğalır, kuvvet dağılır, fikir ve insan sermayesi zayi olur.
Cenâb-ı Hak, bizleri itikatta ayrı, amelde ayrı giden, ifrattan tefrite savrulan kimselerin durumuna düşmekten bizleri muhafaza etsin.
Cenâb-ı Hak, bizleri ihlâs ve uhuvvet düstûrlarından, hürmet ve muhabbet mihverinden, ferâgat ve fedakârlık hâlesinden ayırmasın.
Cenâb-ı Hak, bu dehşetli zamanın dahilî ve harici her türlü fitnesinden, fesadından, maddî-mânevî belâ ve musîbetlerinden bizleri, ihvânlarımızı, evlâd û ıyâlimizi muhafaza eylesin. Tâ âhir ömre kadar, son nefese kadar bizleri imân ve hidayet dairesi içinde muhafaza ile istihdam eylesin.
@salihoglulatif: Bediüzzaman'a göre, eski zamanda kimin kılıcı keskin ve kalbi katı ise, o yükselirdi.
Bu zamanda ise durum farklı: Kimin aklı keskin, kalbi parlak ve yumuşak olursa, o kazanır ve yükselir.