"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Kevser Risâlesi, yahut Sırr-ı İnnâ A’tayna (4)

M. Latif SALİHOĞLU
12 Ocak 2016, Salı
Derin Tarih dergisinin son sayısıyla birlikte dağıtılan “Sırr-ı İnna A’taynâ” kitapçığıyla ilgili birkaç noktaya daha temas ettikten sonra, bu konuya şimdilik nihayet verelim.

* * *

Gönül isterdi ki: Kitapçığın Önsöz kısmında geçen “Menderes ve 5816 sayılı kànun” ile ilgili ifadelerde suçlayıcı davranmak yerine, daha objektif ve o günlerin Meclis içi ve Meclis dışındaki genel havayı da yansıtan bir uslûp ihtiyar edilmiş olsun. 

Şu haliyle, bu çağdışı kànun sanki bütünüyle Menderes’in eseriymiş gibi anlaşılıyor. Oysa, meselenin iç yüzü çok daha farklı bir durum arz ediyor.

* * *

Yine Önsöz kısmında 5816 ile de bağlantılı şekilde şöyle bir ifade geçiyor: “Bu fersude kànunun gücü Bediüzzaman Said Nursî’ye yetmez; yetmediğini zaten kendi hayatında yeterince ispatlanmıştır.”

Hüküm, elhak doğrudur. Esasta bir problem görünmüyor.

Ne var ki, Bediüzzaman, her dönemde esasta savunduğu dâvasını, daima kendi usûl ve prensipleriyle savunagelmiş.

Bu “Sırr-ı İnna A’taynâ Risâlesi”nin matbu şekilde neşredilmesi meselesinde ise, durum bütünüyle farklı. Bediüzzaman, bu mahrem risalesinin mahkemelik olmasını ve diğer eserleri tarzında bunu savunma pozisyonuna düşmeyi istemiş, ihtiyar etmiş değil.

Dolayısla, Bediüzzaman’ın istemediği, hatta neşrini men’ettiği bir risâleyi, usûlen hem onun arzusunun hilâfına neşretmek, hem de onun arkasına sığınarak bir savunma pozisyonu geliştirmek doğru olmasa gerek.

Hülâsa: Üstad Bediüzzaman, kendi hizmet tarzı ve metoduyla hareket ettiği için yenilmez ve şimdiye kadar da yenilmedi. Allah etmesin, bir zaaf veya yenilgi söz konusu olması halinde, bunun kendi hatamızın eseri olduğunu kabul etmek durumundayız.

* * *

Üstad Bediüzzaman’ın Seyyidlik ve bilhassa Mehdilik meselesi için talebelerine söylediği “Perdeyi yırtmayınız” tavsiyesindeki ölçü, bu risâlenin umuma neşri meselesi için de geçerli.

Gerekçesi şudur: Şayet perde yırtılsa ve bu meseleler umumun nazarında perdesiz şekilde medar-ı bahs edilerek münakaşa sûretinde intişar edilse ve yayılsa, zıt yönde iki türlü sakınca zuhûr eder.

Birincisi: Ehl-i din ve diyanet itiraz eder. Ortaya bir dizi “Hayır, o mesele öyle değil, böyledir” içtihatları çıkar. “Falan, ya da adamın kâfir, mühlid, zındık, ehl-i Cehennem olduğunu nereden biliyorsunuz?” manasında itirazlar çoğalır. Tartışma, mahiyette çok âkibete odaklanır. Mesele, bir bataklığa saplanır kalır.

İkincisi: Ehl-i dünya ve ehl-i siyasetten taarruz gelir. Kışkırtılmış duygularla “Nasıl olur da, bizim adamlarımız için böyle en aşağılayıcı tâbirler kullanırsınız?” diye hücûmvâri davranışlar zuhûr edebilir.

Oysa, “Sırrân tenevveret” ve “Sırrân beyânen” kàidesince, Nur dâvâsına karşı ehl-i dünya ve ehl-i siyaseti kışkırtmamak, saldırtmamak da bir hizmet düstûrudur.

* * *

Bilvesile, şu hususa temas etmekte fayda var: Kevser Sûresinde, geniş ve uzun bir zamanı içine alan “Âhirzaman”nın şifreleri var. Bilhassa, âyetlerin sonunda yer alan “Kevser, Venhar ve Ebter” tâbirlerinde... Meselâ: 

* “Kevser” tâbirinin İstanbul’un fethiyle ciddi bir münasebeti bulunduğu gibi, aynı zamanda “Kevser-i Kur’âniye çeşmesinden akan” Risâle-i Nur ile de çok yakın bir alâkası vardır.

* “Venhar” tâbirinin mânâ tahtında “kan dökmek” ve “kurban kesmek” gibi, 1807-8’de olduğu gibi zındıka komitesinin tertibiyle Halife Sultanların kanını dökmek ve Yeniçeri Ocağını söndürerek binlerce askerin kanını dökmek (1826) gibi dehşetli hadiselere olan işaretler de mevcut.

* “Ebter” tâbirinde ise, âhirzamanda gelecek dehşetli şahıslara kuvvetli işaretler yer alıyor. Soyu, zürriyeti kesikler, Hilâfet-i İslâmiyenin önünü keserek ve Şeâir-i İslâmiyeye darbe vurarak, aslında mahiyetlerinin ne olduğunu ef’alleriyle ilân ve ispat ediyorlar.

Derin Tarih dergisi, Ocak 2016 tarihli sayısında Bediüzzaman Said Nursî’ni mahrem tutulan “Sırr-ı İnna A’taynâ” isimli risâlesini derginin eki olarak neşredip dağıttı.

@salihoglulatif: Şarkılı-türkülü “Megri daye/ağlama ana” temennileri çok gerilerde kaldı. Kan ve gözyaşı akmaya, dolayısıyla analar ağlamaya devam ediyor. Devlet, bu en hayatî konuda böyle deneme-yanılma yöntemiyle gitmek yerine, artık Üstad Bediüzzaman'ın Münâzarât'ındaki "Kürt Reçetesi"ni tez elden hayata geçirmeye yönelmeli.

Okunma Sayısı: 7364
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • M Numan

    12.1.2016 09:27:13

    Tenkid/Tahlil yazı serinizi takip edip okuduk. Teşekkür ederiz.

  • Garib Doğu

    12.1.2016 09:16:40

    Bu risalenin matbu bir şekilde basılmaması için yeterli gerekçeler yazıda belirtilmiş.Bu gerekçeler muvacehesinde matbu bir biçimde yayınlanmamalıydı.Yayına verenler bu gerekçelerin hiç birini nazara almamışlar.Hangi maslahata ve haklı gerekçeye dayanarak bunu yapmışlar bilmiyoruz.Bizim kesin bildiğimiz,Risalede iznin olmaması ve düsturlara aykırı oluşudur.Hele bu karışık ve son derece kritik bir zamanda bu Risale-nin basılıp yayılmasını kesinlikle doğru bulmuyoruz.Acaba neye ve kime hizmet eder,cidden merak ediyoruz...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı