Kemalist patentli “Menemen Kumpası” Hadisesi, 1930 yılı Aralık ayı başlarında tezgâhlandı, ay sonlarında ise tatbik sahasına konulmuş oldu.
23 Aralık’ta yaşanan o mürettep “Kubilay Cinayeti”, hiç araştırılıp tahkik gereği dahi duyulmadan ve hemen ânında “irticaî vahşet” diye isimlendirildi. Cinayetin faturası da, hadise ile uzaktan-yakından zerrece ilgilisi olmayan mâsum dindarların üzerine yıkılmaya çalışıldı.
Derhal Sıkıyönetim ilân edildi. Dindarlıktan başka hiçbir “suç”u olmayan maznunlar sorguya çekildi. Üzerlerine ölümlü-zulümlü ağır cezalar yağdırıldı. 3 Şubat günü, yargılanan gruptan 28 kişi idam edildi.
Gerçekte ise, bundan 87 sene evvel Menemen’de yaşanan kanlı hadise, bütünüyle bir tertipten, bir kumpastan ibaret idi.
Hiç şüphesiz, kanlı Şeyh Said Hadisesi ile katliâmlı Dersim Hadisesinde de aynı tertip ve kumpasların payı vardır. Keza, 27 Mayıs İhtilâli ile 12 Eylül Darbesi de öyle... Hatta, muammalı 15 Temmuz Saldırısı için de aynı yönde bir fikir ve kanaatin izharı mümkündür.
Esasen, Kemalizm var olduğu müddetçe, bu tür kumpasların da sonu gelmez. Zira, Kemalizm denilen heyülâ, tertiplerden, kumpaslardan ve şartları olgunlaştırılan darbelerden beslenir; kendini bu sûretle ibka etmeye çalışır.
Kemalizm, ister darbeci, ister milliyetçi, ister dinci kılığına bürünsün, varlığını idame ettirebilmek için, kumpasçılık, tertipçilik ve gizli komitacılık alışkanlığından vazgeçmez.
Bir diğer nokta da şudur: 1920’lerin başından itibaren tesis edilen ve devletin kuvvetiyle alabildiğine tahkim edilegelen Kemalizm ile, 1930’lar Türkiye’sinde kan dökerek mücadele edecek, hele galebe çalacak hiçbir yapılanmadan asla söz edilemez. Mümkün değil. Bütün güç-kuvvet Kemalistlerdedir; onlar, gelişmeleri istedikleri gibi tertipleyebilir, baştan sona dizayn edebilir ve etmişler.
Bu genel değerlendirmelerden sonra, şimdi de üzerinden neredeyse doksan yıllık bir zaman dilimi geçen alacakaranlıktaki Menemen Hadisesinin diğer bazı boyutlarına bakalım. Zira, şöyle veya böyle bir cihette “Menemen Vak’ası Haftası”na girmiş bulunmaktayız.
* * *
Evet, 1930 yılı Aralık ayı sonlarında Menemen'de yaşanan "Kubilay Cinayeti", resmî tarih kayıtlarına göre “irticaî bir hadise”dir; hatta, inkılâplara karşı kanlı bir isyan hareketidir.
Yine aynı resmî ağızlara göre, dinî tarikata mensup bazı müritler, Derviş Mehmet isimli şahsın öncülüğünde muhtelif yerlerden toplanarak Menemen'e gelmişler. Aralarında gizlice anlaşarak dinî gösterilerde bulunmuşlar. Ama, onların bu yasa dışı eylemlerine engel olmaya çalışan öğretmen asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay'ı hunharca öldürmüşler. Hatta öldürmekle de kalmayıp kafasını kesmişler.
Evet, 1930 yılı sonlarında Menemen'de yaşanan o elim hadisenin "vahşet boyutu" doğrudur. Bunu, zaten hiç kimse inkâr etmiyor, edemez de.
Ancak, bu vahşetin din adına ve dindarlar tarafından sergilenmiş olduğu iddiası külliyen yalandır, yanlıştır, hatta iftiradır.
Dolayısıyla, o tarihte Menemen'de işlenen cinayet ve sergilenen vahşet tablosu ne derece büyük ve dehşet vericiyse, bu hadisenin dine ve dindarlara mal edilmesi de o nisbette büyük, hatta ondan daha büyük bir cinayettir.
Cinayetin büyüklüğü şuradan geliyor: Kanlı Menemen hadisesini doksan yıla yakındır dindarların üstüne ısrarla yıkmaya çalışanların ileri gelenleri de biliyor ki, o hadisenin arka planında bir kumpas, bir tertip senaryosu yer almaktadır.
Biliyorlar ki, o vahşiyâne cinayeti hakikî dindarlar ve ihlâslı Müslümanlar işlemedi. Biliyorlar ki, Kubilay cinayeti, karanlık odakların kullandığı Derviş Mehmet ve etrafındaki bir grup esrarkeş tarafından işlendi.
Evet, bütün bunları en az bizim kadar kesinkes biliyorlar ve o korkunç iftirayı da dindarların üstüne bilerek atıyorlar.
İşte, bizim "daha büyük cinayet" dediğimiz acı gerçek budur.
* * *
Evet, bunca zamandır dindarların aleyhinde kahredici bir malzeme olarak kullanılan Kubilay Hadisesinin bir tertip ve bir komplo eseri olduğunun iki dayanak noktası var.
Birincisi: İslâm dini, dahilde kuvvet kullanmayı, din kardeşinin kanını dökmeyi kat'î sûrette reddediyor, men'ediyor. Bu dine mensup aklı başında bir şahıs, kalkıp da böylesi bir cinayeti işlemez, işleyemez.
İkincisi: Dindar kesim, 1920’lerin başından itibaren öylesine ezilmiş, örselenmiş ve sindirilmiş ki, faraza bir grubun kendi başına o tarihlerde Menemen'de üstelik hiçbir engelle karşılaşmadan böylesi bir kanlı isyan hareketini planlayıp organize etmesine imkân ve ihtimal harici görünüyor.
İşte bu iki nokta, söz konusu hadise gibi, benzeri mahiyetteki diğer vak’aların da püf noktasını ve can damarını teşkil ediyor.
Son nokta: Hiç şüphe edilmesin ki, "Hakiki vukuatı kaydeden tarih", günün birinde Menemen Hadisesi için de "hakikate şahit"lik vazifesini inşaallah ifâ edecektir.
@salihoglulatif: Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir; menfî hareket değildir. Rızâ-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır; vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz. (Bediüzzaman)