Kılık-kıyafet inkılâbının başlangıcını teşkil eden ilk “şapka çıkarması”, şu günlerde bile Kastamonu ile Çankırılı siyasiler arasında polemik konusu olabiliyor: “Yok, sizde değil, ilk önce bizde başladı” falan diyerekten...
Esasen, bu nokta bizi hiç ilgilendirmiyor. Bizi alâkadar eden husus, 25 Ağustos 1925’te, yani “Şapka Kànunu”ndan aylar önce yapılan hazırlık çalışmaları ve özellikle “serpuş” hakkında o günlerde millete hitaben sarf edilen sözlerdir.
İşte, bu iki önemli noktayı vüzuha kavuşturmaya yardımcı olacak 92 yıl önceki gelişmelere dair kayıtlar, bilgiler, izahlar...
* * *
Cumhuriyetin henüz ikinci yıllında (Kasım 1925) cebrî bir kànunla milletin başına geçirilen şapka (fötr, serpuş, kasket, şemsisiper...), o günlerde medeniyetin bir göstergesi ve "medenî millet" olmanın bir ölçüsü şeklinde takdim ediliyordu.
Kànun kuvvetiyle kısa sürede resmiyet kazanan bu anlayışa göre, o tarihte yüzde doksanı şapka giyen milletimiz medenî hale gelmiş olmalı.
İlgili “inkılâp kànunu”, kâğıt üstünde de olsa hâlâ yerinde duruyor. Ne var ki, fiiliyatta durum tersine dönmüş görünüyor. Yani, halkın yüzde doksanı bugün şapka giymiyor. Giyenlerin çoğu memur olup, onlar da severek ve isteyerek değil, mecburiyetten takıyor. (Köylüler bahsimizden hariçtir.)
Bu durumda, şapkayı terk eden milletimiz, aynı zamanda medenî olmaktan da çıkmış oluyor mu?
Siz bu suâlin cevabını bir taraftan düşüne dururken, bir taraftan da bu meselenin tarihî seyrine bakmaya devam edelim.
Halkın nazarında "Şapka Kànunu" olarak da bilinen Kılık-Kıyafet Kànunu, Millet Meclisi’nin 25 Kasım 1925 tarihli oturumunda kabul edildi. Aynı zamanda sarık ve cübbe giyilmesini yasaklayan bu kànun, kısa süre sonra tatbik sahasına konuldu. Buna karşı direnenler ise, para ve idam dahil, her türlü ceza ile cezalandırılmaya çalışıldı.
Tıpatıp Batılıları taklit etmeyi öngören bu kànun, her ne kadar TBMM tarafından görüşülüp onaylansa da, hadisenin fikrî ve icraî öncülüğünü M. Kemal yapmaktaydı.
Nitekim, söz konusu Şapka Kànunu’nun kabulünden aylar öncesinden (üç ay önce) harekete geçen M. Kemal, başında Panama Şapkasıyla Kastamonu'ya gitti ve yakında resmiyete konulması plânlanmış olan kıyafet inkılâbının sahadaki denemesini yaptı.
1925 senesinin 23-31 Ağustos günlerinde gerçekleştirilen Kastamonu ve ilçeleri gezisi, baştan sona şapka ve yeni Avrupaî kıyafete dair konuşmalarla geçti.
İşte, Kastamonu Belediye salonunda yapılan o kunuşmalardan biri: "...Baylar! Buna şapka derler. Biz her yönden medenî insan olmalıyız. ...Fikrimiz, zihniyetimiz tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Bizim şimdiye kadar geri kalmamız ve nihayet son felâket (I. Dünya Harbi) çamuruna batışımız, medeniyete ayak uyduramadığımızdandır. ...Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona uzak kalanları yakar, mahveder."
M. Kemal, aynı maksada matuf seyahatin bir başka halkası olarak gittiği İnebolu'daki balıkçılara hitap ederken de, şunları söyler: "Ben şimdiye kadar millet ve memleket yararına ne gibi hareketler, inkılâplar yapmış isem, hep böyle halkımızla görüşerek, onların ilgi ve sevgilerinden, gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım." (TC Kronolojisi, TTK, s. 439)
Gerçekte yapılan işin Türklükle, millî örf-âdetlerle bir alâkası yoktur.
Kezâ, bu ve benzeri inkılâpların hiçbiri için halka danışılmış, yahut referanduma falan gidilmiş değildir. Ne var ki, tam da bu süreçte sarf edilen "Bir Türk dünyaya bedeldir" sözü, Müslüman Türk milletinden gelecek muhtemel tenkit ve itirazların önünü kapatıyor, set çekiyordu. Aynı şekilde, uyanması ve dillendirilmesi muhtemel "Eyvah! Ne oluyoruz? Yoksa Türklükten mi çıkıyoruz?" yollu şüphe ve tereddütlerin üstü kalınca bir örtüyle kamufle ediliyordu.
Buna rağmen, Şapka İnkılâbı’na karşı yer yer çetin reaksiyonlar sergilendi. Gösteriler, protestolar yapıldı. Ne var ki, aksi yöndeki bütün fikir ve hareketler, dehşet verici bir kuvvetle bastırıldı; kara listeye alınanlar, ölüm dahil en ağır cezalara çarptırıldı.
* * *
Evet, vaktiyle "vatana ihanet" suçunu işleyenleri cezalandırmak maksadıyla kurulan İstiklâl Mahkemeleri bile, Ekim 1925'ten sonra bilhassa şapka muhalifleri ile sarık giyen vatandaşları cezalandırma yönünde kullanıldı. Bu mahkemeler, sayısı bilinemeyecek kadar çok vatandaşı ya hapse attırdı, yahut da idam sehpasına yolladı.
Düşünmeye değer son bir not: Kılık-kıyafete dair gel-gitlerle, acaba ülke ve millet olarak ne ölçüde medenileştik, yahut ne kadar mesut ve bahtiyar olduk? Bunun bir muhasebesini yapmakta fayda var.
***
@salihoglulatif:
Bütün sermayesi "şahıs muhabbeti" veya "şahsa adâvet" üzerine kurulu olanlar, zamanla ikiyüzlü, hatta münâfık tabiatlı bir karaktere bürünürler. Onların nazarında, her şey muhabbet, ya da adâvet edilen şahıslara endeksli durumda.