En sıkıcı ve sıkıntılı bir zamanda İlâhî dergâha teveccüh eden Mehmet Âkif “Bunaldı milletin âfâkı; bir sabah ister” tesbitinin ardından şu niyâzda bulunur:
İnâyetinle halâs et ki, dalga dalga zalâm;
İçinde kaynamasın çırpınıp duran İslâm!
* * *
Günümüz Türkiye’sinde ve hatta İslâm coğrafyasında, aynen merhum Âkif’in tarif ettiği ve kurtulmak için yakarışta bulunduğu bunaltıcı bir durum var.
“Zalâm”, yani zulümlü karanlıklar dalga dalga üstümüze doğru geliyor.
Ehl-i İslâm, yıllardır kaynayıp duran fitne kazanının içinde çırınıp duruyor; bir çıkış yolu da bulamıyor.
Milletin ufku ise, karardıkça karardı, bulandıkça bunaldı; şöyle bir bakıp da önünü, ilerisini—ne hikmetse—bir türlü görmüyor, göremiyor.
* * *
İnsanlarımız, sadece fert bazında değil, kitleler halinde de maalesef karşılıklı salvolarda bulunurken, bir taraftan da son derece bencil hesapların peşinden gidiyor.
Terör olayları yavaşlayıp durduğunda, kendine bundan pay çıkarma hevesinde olanlar, hemen ön safa çıkıp şunu söylerler: “Ey vatandaş! Bak, terör olayları oluyor mu? Kan dökülüyor mu? Cenazeler geliyor mu? Yok. İşte, bunu biz yaptık; bizim sayemizde yaşanıyor bu huzur, barış, sükûn...”
Durum tersine döndüğünde, yani kanlı terör olayları yeniden hortlamaya başladığında ise, karşılıklı olarak aynı ağızlardan bu defa tam tersi lâflar ortalığa saçılmaya başlıyor: “Ben mâsumum. Bütün bunlar senin yüzünden oluyor. Bunun hesabını da sen vereceksin.”
Son derece acip, garip bir durum var ortada: Terör olayları sürse de, dursa da, bunu kendi lehinde sunmaya, bundan kendi siyasî veya ideolojik hesaplarına uygun neticeler çıkarmaya çalışan kişiler, partiler ve cereyanlar var, bu güzelim ülkede.
Bakalım, bundan sonra da aynı teraneyi sürdürebilecekler mi, yoksa milletin âfâkı aydınlanıp bunlara elinin tersiyle gereken dersi verebilecek mi?
Bir taraftan “Bekleyip görelim” derken, bir taraftan da “Hayırlı gelişmeler için” müstecap duâlarda bulunmayı ihmal etmemeliyiz.
Zirâ, âfâkın alabildiğine karardığı böyle zamanlarda, duâya, niyâza, yakarışa şiddetle ihtiyaç var.
Cenâb-ı Hak, alınan bütün tedbirlere rağmen, belki de acziyetimizi bize gösterip O’na yönelmeye, teveccüh etmeye bizi mecbur ediyor.
Ki, bu dahi O’nun rahmetindendir.
Yani, bize şefkatli tokatlar vurup “Bana dönün. Acziyetinizi derk edin ve Benden isteyin. Tâ ki, istediğinizi vereyim” diyor.
Gerisi, bizim idrakimize ve ef’âlimize kalmış oluyor.
* * *
Netice itibariyle, ufukların karardığını, âfâkın bunaldığını ve bu sebeple imanlı gönüllerce nurlu bir sabahın beklendiğini hamiyetli insanlarımız bir şekilde görüp hissediyor.
Fakat, bu vaziyeti sadece görmek, ya da hissetmek yetmez. Ayrıca, kavlî ve fiilî duâlara da şiddetli ihtiyaç var.
Bu sebeple, gizli-açık enaniyetlerle birlikte, yarayı daha da azdıran küflü efelenmeleri ve hamâsetli nutukları bir yana bırakmalı ve doğrudan İlâhî dergâha yönelerek kemâl-i tevazu ile tazarru ve niyâzda bulunmalıyız.
Esâsen, başka da müessir bir çare, çıkış yolu görünmüyor.
Zira, otuz şu kadar senedir 30-40 bin insanımızın hayatına mal olan bu dehşetli kanlı fitneyi durdurmak yahut bitirmek adına, maddî sebepler tahtında alınmayan tedbir, başvurulmayan çare hemen hemen kalmadı.
Ve, şimdi geriye doğru bakıp görüyoruz ki, sebepler adeta “bil-külliye” sukût etti. Ciddi, yahut itimada şâyân bir fayda sağlamadı. Adeta “Aynı tas, aynı hamam”a dönüldü, yeniden ve bilmem kaçıncı kez olmak üzere...
Demek ki, maddiyatın yanından, ondan daha çok ilmî, fikrî ve bilhassa manevî sebeplere yönelmeli. Bu ise, ızdırar derecede ihtiyaç hâsıl olduğu düşünce ve kanaati içindeyiz.
Yoksa, mütemâdiyen ölmek ve öldürmekle, yirmi sene önceki deneme-yanılma noktasının ötesine geçemeyiz.
Madem öyle, o halde biz de Âkif gibi nidâ edip Hakk’a yalvaralım, el açıp yakarışta bulunalım:
Yâ Rab!
İnâyetinle halâs et ki, dalga dalga zalâm;
İçinde kaynamasın çırpınıp duran İslâm!
***
@salihoglulatif: Ölen de, öldüren de kendi insanımız. Bu hal, bize duânın vaktini hatırlatıyor.
Tedbirlerin kâfi gelmediği yerde, hamâsetli nutuklar atmak yerine, müessir müstecap duâlara yönelmeli
* * *
Evet, duânın vakti kazâ oldu: Yâ Rab! İnayet eyle.
Mâsumların cân ve malları üzerinden şahsî, siyasî, diplomatik veya ideolojik hesap yapanları Sana havale ediyoruz, ey Kahhâr-ı Zülcelâl.