Dün, tek parti devrinin diktatör ruhlu İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’dan söz etmiştik, bugün de ona zıt bir şahsiyet olan Ali Fuat Paşa’dan söz edelim.
* * *
Ali Fuat Cebesoy, 1882 İstanbul doğumludur. Sultan II. Abdülhamid dönemi paşalarından ve Millet Meclisi’nin ilk Bayındırlık Bakanı olan İsmail Fazıl Paşa’nın (vefatı Nisan 1921) oğludur.
İlk tahsil devresinden sonra, babasının isteği üzerine Harp Okulu’na kaydolur. Burada, ne gariptir ki, ileride hem uzlaşıp hem zıtlaşacağı M. Kemal ile aynı sınıfa düşer.
Ali Fuat, Harp Okulu’nu birincilikle, M. Kemal ise ikincilikle bitirir. Bu dönemden itibaren, aralarında hem bir yakınlaşma, hem de zımnî bir rekabet ve çekişme hali yaşanır.
Zıtlaşma yönü, özellikle 1921'den sonra (Moskova Elçiliği) esnasında su yüzüne çıkar, 1925'te (Terakkiperver Fırkası’nda yer almasıyla) aleniyete dökülür ve bir sene sonra da (İzmir Sûikastı dâvâsı ile), ikisi arasındaki zıtlaşma âdeta bir ölüm-kalım şekline dönüşür.
O bir millî kahraman
Ali Fuat Paşa, şahsî ahlâk ve yaşantısı ne şekilde olursa olsun, iyi bir asker, dürüst ve cesur bir kumandandır. Bu yönünü 1911'deki Trablusgarp Harbi’nde bilfiil ispat ettiği gibi, daha sonra yaşanan Balkan Savaşı esnasında, özellikle Karadağ'da, Yanya Kalesi'nde, Pista ve Pisani muharebelerinde de açıkça gösterir.
Onun aynı tarz mazhariyet ve muvaffakiyeti, Birinci Dünya Harbi’ndeki Kanal Harekâtı, Şarkî Anadolu'daki 5. Tümen Kumandanlığı esnasında da devam eder.
Millî Mücadele’nin başladığı 1918 yılı sonları ile 1919 yılı başlarında merkezi Ankara'da bulunan kolorduya kumandanlık yapan Ali Fuat, Erzurum'daki kolordu kumandanı Kâzım Karabekir ile eş zamanlı olarak düşman saldırılarına karşı düzenli birliklerle karşı koymaya başlar.
Zaten, Mondros Mütarekesi’nden sonra silâh bırakmayı reddeden ve Osmanlı orduları içinde bir istisnaî durum teşkil eden de, bu iki kolordu idi. Esasen, 1919'dan itibaren Anadolu'da sergilenen direniş hareketlerinin omurgasını, yine bu iki kolordu teşkil ediyordu.
Ali Fuat Paşa’nın İzmit'ten Anadolu'ya doğru ilerleyen İngiliz kuvvetlerine karşı giriştiği mücadele ve bu istilâcı kuvvetleri Adapazarı civarında durdurması, onu halkın gözünde millî kahraman mevkiine çıkardı.
Nitekim, Eylül ayında yapılan Sivas Kongresi sonrasında onun Umum Kuva-yı Milliye Kumandanı yapılması, halkta ve ordu nezdinde hak etmiş olduğu bu kahramanlığının bir neticesi idi. Onun bir başka muvaffakiyeti ise, İstanbul hükümetini dinlemeyerek, vatanın her tarafında Müdafaa–i Hukuk ve Redd-i İlhak Cemiyetleri’nin kurulmasını teşvik etmesi ve bütün imkânlarıyla bunu destekleyen hayırlı neticeler elde etmesidir.
* * *
Ne gariptir ki, herşey yolunda giderken ve Ali Fuat Paşa başarı üstüne başarı elde ederken, Ankara'da aniden farklı durumlar ortaya çıkmaya ve ters yönden esen rüzgârlar belirmeye başladı. Ankara hükümetinin ilk kuruluş günlerinde Batı Cephesi Komutanlığı hizmetini yürüten Ali Fuat Paşa, Albay İsmet Bey tarafından altı oyulmaya ve birden bire Çerkez Ethem taraftarı olmakla itham edilmeye başlandı.
Sonradan iftira olduğu anlaşılan bu ve benzeri ithamlar yüzünden cepheden Ankara'ya çağrılan Ali Fuat Cebesoy, derhal Moskova Büyükelçiliği’ne atandı. Batı Cephesi ise, böylelikle Albay İsmet'e kaldı.
Gitmiş olduğu Rusya'da da ülkesi için yararlı neticeler elde eden Cebesoy, 10 Mayıs 1921'de Ankara'ya dönerek Meclis'te siyasî çalışmalarına başladı. Ardından, sırasıyla şu hizmetlerde bulundu: Müdafaa–i Hukuk Cemiyeti Başkanlığını, 1923'te Konya'da 2. Ordu Müfettişliği, 1925'te Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk muhalefet partisi Terakkiperver Fırkası’nın kurucu üyeliği..
Aynı yıl içinde partisi kapatılan ve ülkede yaşanan kargaşanın sorumluları arasında gösterilen Cebesoy, 1926'da ise muhayyel İzmir Sûikastı hadisesiyle irtibatlandırılarak, İstiklâl Mahkemesi’nde idam talebi ile yargılandı. Ancak, bu dâvâdan beraat ederek kurtulmasına rağmen, artık ülke genelinde hakimiyetini tesis etmiş olan Halk Partisi’nin gazabından bir türlü kurtulamadı. Tâ 1939'a kadar askerî hayatı gibi siyasî hayatı itibariyle de vatan ve millet hizmetinden tümüyle koparılmış oldu.
* * *
M. Kemal'in ölümünden sonra tekrar siyasete dönen Cebesoy, 1939'dan 1960'a kadar Meclis'de görev yaptı. Bu zaman zarfında Bayındırlık Bakanlığı ile Meclis Başkanlığı görevlerinde bulundu.
27 Mayıs Darbecileri (1960) tarafından DP'li olduğu için bir kez daha cezalandırılmak istenen Cebesoy, Yassıada'da uzun müddet yargılanarak, hayatının son yılları da âdeta azaba dönüştürülmeye çalışıldı.