Münâzarât isimli eserin başlarında yer alan can alıcı suâllerden biri “İstibdat nedir?” şeklindedir.
Suâl gayet açık ve net olduğu gibi, cevap da aynı derecede net ve berraktır: “İstibdat tahakkümdür. Muâmele-i keyfiyedir. Kuvvete istinad ile cebirdir. Rey-i vâhiddir. Sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir. Zulmün temelidir. İnsâniyetin mâhîsidir (mahvedenidir). Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hattâ herşeye sirâyet ile zehrini atan, o derece ihtilâfâtı beyne’l-İslâm îkâ edip, Mûtezile, Cebriye, Mürcie gibi dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır.” (Age, s. 22)
Şüphesiz, zikredilen her bir cümle, üzerinde uzun uzun mütalâa ve müzakere edilmeyi gerektirecek kadar ehemmiyetli ve kıymetlidir.
Bizim burada şimdilik üzerinde durduğumuz nokta ise, cevap kısmında geçen şu kısacık cümledir: İstibdat, rey-i vâhiddir.
Yeni jenerasyonun da anlaması için, istibdadın “diktatörlük”, rey-i vâhidin ise “tek adamcılık” mânasına geldiğini hatırlatarak devam edelim.
Küçük-büyük hangi dairede olursa olsun, şayet o platformda bir tek adamın sözü dinleniyor ve onun hükmü geçiyorsa, orada istibdat var demektir.
Diktatörlüğün hüküm-fermâ olduğu yerlerde ise, ne doğru dürüst ilim yeşerir, ne hürriyet, ne meşrûtiyet, hatta ne de insaniyet.
Zira, istibdadın, insaniyeti bile aşağıya yuvarlandıran ve hatta mahveden gayet zehirli bir tarafı var ki, Münâzarât başta olmak üzere Nur Külliyatı içindeki birçok eserde ve lâhikada bundan ehemmiyetle söz ediliyor.
* * *
Rey-i vahid ve şahs-ı vâhidin bir tezâhürü olarak, istibdadın hükmettiği ortamlarda, ayrıca bir taraftan yağcılar, yaranmacılar ve dalkavuklar türemeye ve meydan almaya başlarken, bir taraftan da geniş vizyona ve fikrî muhakemeye sahip durumdaki yetişmiş kabiliyetler birer birer dışlanmaya, sindirilmeye, biçilmeye ve hatta yok edilmeye çalışılır.
Bir toplum için, bundan daha büyük zarar, daha büyük bir ihanet her halde düşünülemez.
* * *
Bu vesile ile, bir hayretimi de ifade etmek isterim ki: Burada istibdada dair sıralamış olduğumuz bütün ifadeleri kalben, fikren ve itikaden aynen kabul ettiğini söyleyen bazı dost ve kardeşlerin, amelde ise, istibdada meylettikleri veya diktatörlüğe prim verircesine hareket ettiğini esefle müşahade etmekteyim.
Bu durumun, iç dünyamda da derin bir üzüntü ve teessüre sebebiyet verdiğini de bilvesile ifade etmiş olalım.
GÜNÜN TARİHİ 14 Nisan 1865
‘Vahşî Batı’dan medenî dünyaya
Amerika Birleşik Devletlerinin özellikle son 150 senelik (1965’ten sonraki) tarihinde, önemli kişiliklere yönelik birtakım sûikastlar düzenlendi ve birçok cinayet işlendi.
Bu sûikast ve cinayetlerin ortak özelliği ise, hedef seçilen şahsiyetlerin hemen tamamının itidalli, yapıcı ve sağduyu sahibi Devlet Başkanları ile ırkçılıkla mücadelenin başını çeken sivil siyahî liderlerin olmasıdır.
Nitekim, 14 Nisan 1865’te bir sûikast sonucu katledilen ilk siyasî şahsiyet, ABD’nin o tarihteki Devlet Başkanı Abraham Lincoln oldu. Akşam vakti bir tiyatro salonunda vurulan Lincoln, kurtarılamayarak ertesi sabah hastahanede vefat etti..
* * *
Ne garip bir rastlantıdır ki, o tarihten yaklaşık yüz sene sonra, yani 1963’te, yine o dönemin ABD Başkanı Demokrat Lider John F. Kennedy, Lincoln ile benzer bir kaderi paylaştı. Kenndy, Dallas'ta uğradığı sûikast sonucu vefat etti.
Bir diğer gariplik de şudur ki: Sûikastı gerçekleştirmekle suçlanan tetikçi, yakalandıktan ve mahkemeye çıkarılmasından iki gün evvel bir başka tetikçi tarafından vurularak öldürüldü.
Böylelikle, iz kaybettirilmiş ve azmettiricilere kadar gidecek olan soruşturmanın üzeri karartılmış oldu.
* * *
Öte yandan, yine Amerikalı din ve sosyoloji uzmanı, temel insan haklarının yılmaz savunucusu, Nobel Barış Ödülü sahibi zenci rahip Martin Luther King, 4 Nisan 1968’de ne yazık ki yine benzer bir sûikasta kurban gitti
Bir başka siyahî lider olan Malcolm X de, 21 Şubat 1965'te İslâmiyet hakkında konuşma yaptığı esnada, yine benzer bir sûikast sonucu vurularak katledildi.
* * *
Kaderî hikmet açısından bakıldığında, bütün bu sûikastlar, aslında ödenen birer bedel hükmüne geçti. Bu ağır bedellerin ödenmesinin ardından, Amerika Birleşik Devletleri, bugün düne nazaran çok daha insanî, çok daha hür ve demokrat bir seviyeye kavuşmuş oldu.
Böylesi bir gelişme yaşandığı içindir ki, yine bir siyahî lider olan Barack Obama, iki kez üst üste ABD Başkanı seçildi ve bu görevini başarıyla tamamlama noktasına geldi.
Şüphesiz, “Vahşî Batı”dan Amerika kıt’asına yansıyan, yani bir cihette transfer olan geçmişin o kirli ve kanlı tortuları bugün de vardır. Başka yerlerde ve Türkiye'de de olduğu gibi. Ancak, bedeli ödenen büyük dâvâların başarı şansları da genelde büyük olmuş ve olmaya devam etmektedir.
Bu sebeple, her şeye rağmen, istikbâle müteveccihen yine de ümitvar olarak bakmak lâzım.