İstibdat diktatörlüktür. Diktatörlük ise haydutluktur. Dayatmacılıktır. Tehdit etmek, korku salmaktır. Gözdağı vermektir. İnsanlıktan çıkmaktır. İnsanî değerleri mahvetmektir.
Keza diktatörlük, yırtıcı canavarlara, vahşi hayvanlara özenmektir. Devletin gücünü ve imkânlarını şahsî menfaatleri veya siyasî ihtirasları yönünde kullanmaktır. Başkasının itirazına, hatta varlığına tahammül edememektir. Herkese “Ya benden yanasın, ya da hainsin, düşmansın, muzırsın...” demektir.
İşte, mânâ ve mahiyeti böyle olan bir istibdada karşı temenna çekmek, yahut ona boyun eğerek serfürû etmek zillettir, eziyettir, esarettir... Merdâne şekilde ona karşı çıkıp direnmek, teslim olmamak ise, vakardır, şereftir, izzetli, şahsiyetli olmaktır.
Şimdi de, burada sıralamış olduğumuz keskin sözlerin kaynağı olan Münâzarât ve Divân-ı Harb-i Örfî’deki konuyla ilgili ifadelerden bir demet iktibas edelim. Bakalım, istibdat neymiş ve ona karşı neler yapmak lâzım geliyormuş. İşte başlıyoruz:
“İstibdat tahakkümdür, muâmele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir, rey-i vâhiddir, sû-i istimâlâta gâyet müsâit bir zemindir, zulmün temelidir, insâniyetin mâhisidir. (Mahvedendir.)
“Sefâlet derelerinin esfel-i sâfilînine insanı tekerlendiren ve âlem-i İslâmiyeti zillet ve sefâlete düşürttüren ve ağrâz ve husûmeti uyandıran ve İslâmiyeti zehirlendiren, hattâ herşeye sirâyet ile zehrini atan ve dalâlet fırkalarını tevlid eden, istibdattır... Taklidin pederi ve istibdâd-ı siyâsînin veledi olan istibdâd-ı ilmîdir ki, İslâmiyeti müşevveş eden fırkaları tevlid etmiştir.
“Hükümetteki istibdâda, her şeydeki istibdâdı kıyas ediniz. Hattâ, taklidi tevlid eden ilmin istibdâdı dahi böyledir.
“İstibdat hayvaniyetten gelmedir. ...İnsanlar hayvanlıktan çıkıp geldiği vakit, nasılsa şu pis istibdadı da beraber getirmiştir. Evet... Müstebit bir kurt, bîçare bir koyunu parça parça etmek, dâimâ kavî, zayıfı ezmek, hayvanların birinci düstur ve kavânîn-i esâsiyesindendir.”
Divan-ı Harb-i Örfi’den:
“Fikrimce, meşrûtiyetin düşmanı, meşrûtiyeti gaddar, çirkin ve hilâf-ı şeriat göstermekle meşveretin de düşmanlarını çok edenlerdir.
“Meşrû, hakikî meşrûtiyetin müsemmâsına ahd û peymân ettiğimden, istibdat ne şekilde olursa olsun, meşrûtiyet libası giysin ve ismini taksın, rastgelsem sille vuracağım.”
İstibdadın insanlık dışı ve keyfî bir muamele olduğunu, hangi libası giyerse giysin, kendine hangi ismi takarsa taksın, rast geldiği yerde ona sille vuracağını söyleyen Üstad Bediüzzaman’ın, bir de istibdadın zıddı, panzehiri ve insaniyetin şerefi olan “meşrûtiyet-i meşrûâ”ya dair bir-iki beyanına bakalım. Şöyle ki:
“Meşrûtiyet (“Ve işlerde onlarla istişare et.” Al-i İmran:159; “Onların aralarındaki işleri istişare iledir.” Şûrâ: 38) âyet-i kerîmelerinin tecellîsidir ve meşveret-i şer’iyedir. O vücud-u nûrânînin kuvvete bedel, hayatı haktır, kalbi mârifettir, lisânı muhabbettir, aklı kânundur, şahıs değildir.
“Evet, meşrûtiyet hâkimiyet-i millettir. Umum akvâmın sebeb-i saadetidir. Bütün eşvâk ve hissiyât-ı âliyeyi uyandırır. İnsanı hayvanlıktan kurtarır. İslâmiyetin bahtını, Asya’nın tâliini açacaktır. Milletin bekâsıyla, devleti ömr-ü ebedîye mazhar eder.
“Sefine-i Nuh gibi emniyet ediniz. Herkesi bir padişah hükmüne getiriyor; siz de hürriyetperverlikle padişah olmaya gayret ediniz. Esâs-ı insâniyet olan cüz’-ü ihtiyârı temin eder, âzâd eder...”
İstibdat var mı, yok mu?
Bize göre, iflâsa sürüklenen birtakım medya kuruluşlarının devlet imkânlarıyla (TMSF) ele geçirildikten sonra, tutup bunların kendi adamlarına peşkeş çekildiği bir ülkede, fikir hürriyeti tehdit altındadır; demokrasi de, istibdadın pençesi altındadır.
Kezâ, fikir ve kalem hürriyetinin tehdit altında olduğu bir ülkede, dostumuz Ali Hakkoymaz’ın tabiriyle “Bütün yollar, yolsuzlukla yapılır.”
Öte yandan, yapılan bir genel seçimin üzerinden daha 24 saat geçmeden “erken seçim”den söz etmek, bize göre seçmenin tercihini ve iradesini hiçe saymak nevinden, zımnen şunu söylemektir: “Ben bu seçimin sonucunu beğenmedim. Hiç hoşuma gitmedi. Hadi bakalım millet, bir daha sandık başına! Haa, bu arada, ne demek istediğimi anlıyorsunuz değil mi?”
Bir diğer husus şudur: Yüzde 10 seçim barajının olduğu, hele hele bunun zımnen de olsa kabullenip savunulduğu bir ülkede, ideal mânada bir hürriyet ve demokrasiden söz edilemez.
* * *
1908’e kadar süren “hafif istibdat” akla husûmet ederdi; fikir sahiplerini cezalandırır, düşünceyi zindana atardı.
1909’dan sonraki “şiddetli istibdat” ise, bir adım daha ileri giderek, hayata adâvet eder, insanların canına kıyar, gaddarca kan dökerdi.
Şimdiki istibdadın nasıl olduğunu ve hangi boyutlarda seyrettiğini varın siz muhakeme edin.
* * *
Son olarak, anketvari bir soruyla nokta koyalım: Türkiye’de bir istibdat hali var mıdır, yok mudur?
“Var” diyenler bu yazıyı bir cihette onaylamış olur; “Yok” diyenler ise, “Hayır. Ne münasebet? Nemelâzım...” demiş gibi olur.
İkinci şıktaki anahtar ifade: “Nemelâzım.” İstibdadın yadigârı...
@salihoglulatif: İstibdat denilen diktatörlük, bazen isim ve libas değiştirebilir. Hiç fark etmez, nerede ve ne şekilde olursa olsun, ona sille vurmalı. İnsan şeref ve haysiyeti, böyle davranmayı iktiza eder.