Diyarbakır’da vahşet kol geziyor. Bombalar, namlular ölüm kusuyor. Günlerce evine hapsedilmek zorunda bırakılan mâsum halk, adeta canından bezdirilmeye çalışılıyor.
* * *
O kırılası karanlık eller tarafından, dört ayaklı tarihî minarenin sütunlarına ateş ediliyor.
Dört hak mezhebi temsil eden dört ayaklı minare... Besbelli ki, o minare yıkılmak isteniyor. Minare evlerin ve insanların üzerine devrilsin, ortalık iyice karışsın ve hayat kaosa dönsün hesabına...
Merhum Tahir Elçi, birkaç meslektaşıyla birlikte, dinî ve kültürel bir miras hüviyetini taşıyan bu minareye yapılanın insanlık dışı olduğunu söylemeye geliyor. Ama, bu insanî teşebbüsü dahi canıyla ödüyor.
Minareye de, Elçi’ye de uzanan o kirli ve karanlık eller kırılsın; Rabbim onlara huzur, rahatlık vermesin.
* * *
Bunlar da yetmemiş olmalı ki, son olarak beş asırlık Kurşunlu Camii yakılarak harabeye çevrildi.
Diyarbekir’i müsalemetle (barışla) alan Osmanlı’nın, bu şehirde inşa etmiş olduğu ilk mâbet, sırf terör yüzünden göz göre göre yandı, harap oldu.
Öyle ki, yoğun çatışmalar sebebiyle itfaiye araçları dahi o mıntıkaya giremedi; bu yüzden de mabedi yakıp kül eden o dehşetli yangına müdahale edilemedi.
O güzelim camiyle birlikte yüreğimiz yandı. Hem de tâ derinden...
Bu mabedi yakanların, yangına sebebiyet verenlerin elleri kurusun, ayakları kırılsın inşaallah.
* * *
Terör örgütü, Müslüman halkımızın nefretini ve lânetini üzerine çekmemek için, caminin yakılması suçunu güvenlik kuvvetlerinin üzerine atıyor. Taraflar birbirinin üzerine atsa da, yangının çıkmasına asıl kimin sebebiyet verdiği gayet açık, ortada.
Azıcık akıl ve zekâya sahip olan herkes şunu bilir ki: Güvenlik birimleriyle çatışmanın yoğun şekilde yaşandığı bir yerde, bu tür müessif hadiselerin yaşanması kaçınılmaz hale gelir. Bu sebepler, bölgede benzer mahiyetteki yangın, yıkım ve ölümlerin bundan sonra da tekerrür edip gitmesinden ciddî endişe duymaktayız.
Cenâb-ı Hak, tekrarından ve beterinden, bizi muhafaza eylesin.
Ölümlerin, yangınların, yıkımların sebebi...
Diyarbekir'de 500 yıllık bir cami... Her tarafını alevler sarmış; cayır cayır yanıyor.
Öyle ki, çatışmalar sebebiyle itfaiye bile oraya gelemiyor, yangına müdahale edemiyor... Ve, bütün bunlar, güyâ Kürtlerin temel insanî haklarını savunduğunu iddia eden bir odağın terör eylemleri sebebiyle yaşanıyor.
GÜNÜN TARİHİ 9 Aralık 1920
Cesur komutana siyasî linç
Balkan Savaşları, I. Dünya Harbi ve Millî Mücadele döneminin en cesur subaylarından biri olan Sakallı Nureddin Paşa, 9 Aralık 1920’de Orta Anadolu Merkez Kumandanlığına getirildi.
İki yıl kadar sonra ise, 1. Ordu Komutanlığına atandı ve bu görevle de Büyük Taarruz Harekâtına katıldı. Zaferden sonra, Korgeneralliğe yükseldi ve İzmit'e tayin edildi.
Özetle, gıbta edilecek derecede bir askerî hayat ve kumandanlık dönemleri yaşadı.
* * *
Tıpkı Ali Fuat, Karabekir ve Çerkes Ethem gibi, Nureddin Paşaya da hep çok ağır riskleri bulunan vazifeler tevdi edilegeldi. Ama o, kendisine verilen hemen bütün vazifeleri, askerî tecrübesi ve üstün cesareti ile bihakkın ifâ etmeye çalıştı.
Artık o, İstiklâl Haribinin de kahraman bir kumandanı olarak, tıpkı diğer arkadaşları gibi vatanına, milletine yeni dönemde de başka türlü hizmetlerde koşturma emelini taşıyordu.
Ne var ki, onun asgarî 20 yıllık subay ve kumandanlık hayatı boyunca kazanmış olduğu bütün meziyet ve muvaffakiyetleri birer cinayet şeklinde telâkki edilerek, siyaset sahasında adeta linç edilmeye çalışıldı.
Meselâ, 1923 seçimlerinde milletvekili listesine özellikle dahil edilmedi. Bu durum karşısında Bursa’dan bağımsız aday olarak seçimlere iştirak etti. Ancak, yeterli oy desteği alamadığı için seçilemedi.
1924’te, bir ara seçim yapıldı. İşte, bu seçime yine bağımsız aday olarak katıldı ve CHP’ye rağmen büyük oy farkıyla mebusluğu kazandı.
Ama, ne yazık ki Nureddin Paşanın çilesi bitmedi. Hatta, siyasî çilesi yeni başladı da denilebilir. Zira, Meclis’te dışlandı ve adeta vatan haini muamelesine maruz bırakıldı.
Böyle bed muameleye tabi tutulmasının zahirde iki sebebi vardı:
Birincisi, tek parti rejimine ve zihniyetine temelden karşıydı. İkincisi ise, Şapka Kànunu olarak da bilinen kılık-kıyafet inkılâbını doğru bulmuyordu... İşte, bu iki noktadan dolayı üzerine gidildi ve Meclis’te yalnızlığa mahkûm edildi.
Nureddin Paşa, 1925’te Kâzım Karabekir ve arkadaşlarına TCF’den dolayı yapılan zulüm ve haksızlıklara da şahit olduktan sonra, o andan itibaren siyaseti büsbütün bırakmaya ve bir kenara çekilip beklemeye karar verdi. Şubat 1932’de İstanbul’da vefat etti. Allah rahmet eylesin.
Sakallı Nureddin Paşa (1873-1932)