Eşref-i mahlûkat olan insan azizdir, muhteremdir, mükerremdir...
Bu mükemmel varlık, birbiriyle çatışmaya-boğuşmaya girdiğinde, bazen esfel-i sâfilîne düşer; yani, en aşağılık bir mahlûk derekesine iner.
Buna göre, ideal olan şey, insanların birbiriyle boğuşmaması, çatışmaya, müsademeye girmemesidir. Sulh ve selâmet, hatta saadet bunu iktiza ediyor.
Bozuşmanın, yahut vahşiyane bir boğuşmanın içine girmemeleri için ise, çeşitli sebeplere, tedbirlere, sübaplara ihtiyaç var.
İşte bu ihtiyaçların başında, hiç şüphesiz hürriyet-i efkâr, yani ifade hürriyeti gelir.
Kişi, fikrinde şâhâne hür ve serbest olmalı. Kendini çok rahat bir şekilde ifade edebilmeli.
Fikir, ne kadar aykırı görünürse görünsün, muhatabı ona sabır ve tahammül ile mukabele etmeli. Medenî ölçüler içinde kalarak, muarızını susturma, bastırma, yahut kuvvetle karşılık verme cihetine gitmemeli.
Zira, böylesi bir muamelenin, yahut mukabelenin hiçbir faydası, katkısı, getirisi yoktur. Zararı ise, pek çoktur. Esasen, kendine güvenen, fikrinin doğruluğuna itimadı olan kimse, kuvvete-şiddete tenezzül etmez.
Evet, “Düstûr-u nübüvvet: 'Kuvvet haktadır, hak kuvvette değildir' der, zulmü keser, adâleti temin eder.” (30. Söz) Aynen "Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” hakikatinin verdiği derste olduğu gibi.
* * *
Meseleye nereden bakılırsa bakılsın, farklı fikirlerin müsademe meydanına çıkıp rahatça serd edilmesi ve birbiriyle kemâl-i ciddiyetle vuruşmasında hayır vardır, hayat vardır, hakikat parıltısı vardır...
Evet, darbımeselde ifade edildiği gibi “Müsademe-i efkârdan barikâ-i hakikat tecelli eder.”
Yani, hakikat güneşi, fikirlerin birbiriyle açık ve net bir şekilde çarpışmasıyla doğar ve parıldar.
İHTAR: Kasdî bir şekilde dinsizlik, sapıklık, ahlâksızlık, dalâleti terviç veya tâmim eden âdet ve cereyanlar bahsimizden hariçtir.
* * *
Öte yandan, farklı fikirlere, farklı inançlara, farklı siyasî eğilimlere tahammül etmek, aynı zamanda bir demokratik erdemliliktir.
Bunlara tahammülsüzlük ise, istibdadın, taassubun, bağnazlığın ve kendine olan güvensizliğin bir tezahürüdür.
Fikrine inanan, dâvâsına güvenen kimse, farklılıkların meydân-ı zuhûra çıkmasından asla çekinmemeli, korkmamalı, endişeye kapılmamalı. Bilâkis, bundan memnun olmalı.
Zira, “Açık yara adam öldürmez;” aksine, gizlisi-saklısı öldürür.
Evet, kimin içinde ne varsa bütünüyle ortaya çıkmalı ki, söylenen şeyin doğru mu, yanlış mı olduğu, dahası, doğruysa kaç ayar değerinde olduğu daha kolay anlaşılsın.
Söylenmeyen, yahut söylettirilmeyen fikrin mahiyeti de bilinemez. Hatta, o fikrin sahibi bile, fikrinin ne değerde, yani kaç paralık olduğunu da tam olarak bilemez.
Hem, bazı ham kokulu kimseler kendince zannediyor ki, inandıklarını bir söylese, fikrini bir izhâr etse, adeta yer yerinden oynayacak; muazzam kitleler, onun savunduklarıyla coşup taşacak, falan-filan...
Esasında, konuşturulmayan çoğu kimse kendini öyle görüyor olabilir. Fikirleriyle dünyaya nizamat vereceğini zanneder.
Oysa, durum ekseriyetle öyle değil. Çoğu zaman, kişi söyledikleriyle kalakalıyor. Hatta, bazan alkış da alır, ama beklediği desteği alamaz, bulamaz, göremez olur.
* * *
Bir zamanlar, hitabeti fevkalâde kuvvetli meşhûr bir hatip vardı. İsmi: Osman Bölükbaşı.
Bölükbaşı, kendisini dinleyen toplululuğu coşturur, ortalığı alkış tufanına boğdururdu. Ama, yine de seçmenden beklediği oy desteğini bir türlü alamazdı.
Hatta, kendisi bile bunun farkına varmış ve şunu söyleme gereğini duymuştu: "Ey seçmen! Siz burada beni alkışlıyorsunuz. Ama, oyunuzu gidip yine başka partiye veriyorsunuz."
Bu durum gösteriyor ki: Bölükbaşı'nın konuşma ve hitabet tarzı güzel. Ancak, fikirlerinin toplumda ciddî bir karşılığı yoktur.
Bölükbaşı'dan bu yana yarım asırdan fazla bir zaman geçtiği halde, insanlarımız yine de fikrini rahatça söyleyememekte, siyasî görüşünü hür bir şekilde ifade edememektedir. Hakkında hemen soruşturma başlatılıyor, yahut dâvâlar açılıyor.
Bu yöntem, esasında daha sakıncalı, daha zararlıdır. Söz hürriyetine sahip olamayanlar, kendini mazur görüp şiddet yanlısı olmaya meyledebiliyor ki, bunun hiçkimseye faydası yok.
Farklı şeyler söylemenin, hatta yüzde yüz aykırı fikirler serd etmenin bile, “baskıcı suskunluk” hali kadar zararı olmaz, olamaz.
O halde, fikirler bir bir er meydanına çıkıp güreşsin. Gerekirse, zayıf ve çürük olanlar yorgun ve bîtap düşünceye kadar da vuruşup çarpışsın.
Yeter ki, fıtraten muhterem ve mükerrem olan insanlar çatışmasın, fiiliyata teveccüh, tevessül eylemesin.
***
@salihoglulatif:
"Âlimden zâlim, zâlimden âlim çıkar" atasözünde olduğu gibi, "Bazen nâkısın oğlu kâmil, kâmilin oğlu nakıs oluyor." (Bediüzzaman)