Ayasofya için “müze” kararının alındığı aynı gün, M. Kemal için de “Atatürk” soy ismi kararı alındı.
Bu kararlardan birincisi “Bakanlar Kurulu”nda alınan bir “Kararnâme”dir; ikincisi ise, Meclis marifetiyle düzenlenen bir “Kànun”dur. Aynı kànuna göre “Atatürk” soyadı, başka hiç kimse tarafından kullanılamaz. (Soyadı Kànunu metninde “eşitlik, imtiyazsızlık” ifadeleri açıkça yer almış olmasına rağmen…)
Keyfiliğin tam gaz “sür-git” olduğu o günlerde, tam da “Atatürk” soyadının kànunlaştırıldığı günden sadece iki gün sonra Başbakan İsmet Paşaya da “İnönü” soy isminin verilmesi kararlaştırılmış oldu.
Ancak, bu kararın arkasında ne bir kànun hükmü var, ne de bir kararnâme; sadece M. Kemal’in bir direktifi var görünüyor.
O da şudur: Bu konuyla ilgili olarak Başbakanlık makamına 26 Kasım 1934 tarihinde bir mektup gönderen M. Kemal, kànun niteliğindeki şu “emirnâmeyi” deklare etti: “Başvekil İsmet Paşa Hazretlerinin (Ara notu: Bu ‘Hazret’ tâbirinin kullanılması da aynı gün içinde kànunla yasaklandı), inkılâp tarihimizin ilk şerefli ve parlak zaferi olan İnönü Meydan Muharebesinin baş kahramanı olmuş bulunması itibariyle, soyadı kanunu icabı olarak alacağı aile isminin ‘İnönü’ olmasını çok yerinde bulduğumdan, kendilerine bu soyadını tevcih ettiğimi bildiririm.”
* * *
İsmet Paşanın “İnönü” soyadını hak edip etmediği hususuna biraz sonra temas etmek üzere, şu soyadı kararından tam tamına 4 sene sonra aynı gün, yani 26 Kasım 1938’de yaşanan bir vukuâttan kısaca söz edelim.
O gün toplanan CHP grubu, aynı anda hem Parti Reisi, hem de Cumhur Reisi olan İsmet İnönü’yü “CHP’nin değişmez Genel Başkanı ve Millî Şefi" olarak ilân etti.
Parti grubu, aynı cümleden olarak, M. Kemal’e de hâşâ “Ebedî Şef” unvânını verdi.
Ne var ki, İsmet Paşa için verilen “CHP’nin değişmez Genel Başkanı” unvânı ilânihâye sürüp gitmedi; onun ölümünden bir sene de olsa köklü ve keskin bir değişime uğradı. Şöyle ki: İsmet Paşa, 7 Mayıs 1972’de toplanan CHP Olağanüstü Kurultayında, kendisine rakip olarak parti başkanlığına aday olan eski sekreteri Bülent Ecevit’e yenik düştü. Böylelikle, onun “Değişmez Genel Başkan”lığı da berhava edilmiş oldu.
Hem öyle bir berhava ki, o günkü Kurultay konuşmasında, İsmet Paşa, “Ya ben, ya Bülent” demesine rağmen, Ecevit’in aldığı 709 oya karşılık, ancak 498 delege oyu alabildi. Bu feci mağlubiyetten bir gün sonra ise, 33 yıldır kesintisiz Genel Başkanı olduğu CHP’de ve bilâhare milletvekilliğinden de istifa ederek, terk-i siyaset eyledi.
* * *
Konuyu derinlemesine araştırdığımızda, İsmet Paşanın “İnönü” soy ismini de kesinlikle hak etmediği kanaatine varıyoruz.
Öncelikle, en mühim safhalardan biri olan “Birinci İnönü Muharebesi”nde, İsmet Paşanın hemen hiçbir rolü ve etkisi görünmemektedir. Hatta, onun o diyarda bile olmadığına dair kuvvetli karineler var. Zira, kendileri karşımızdaki istilacı düşman Yunan kuvvetlerinden ziyade, o gün için Çerkes Ethem’i daha tehlikeli addetmekte ve onun peşinden giderek Gediz dolaylarında bulunmaktadır.
Bir başka husus, İsmet Paşa, gerek Birinci ve gerekse İkinci İnönü Muharebeleri esnasında kelimenin tam anlamıyla derin bir ümitsizlik ve karamsarlık hâlet-i ruhiyesi içindedir. Dahası, şiddetli bir sûrette teselliye muhtaç bir durumdadır. Nitekim, kendisine Ankara’dan teselli telgraflarının gönderildiğine dair kayıtlar var.
Batı Cephesindeki muharebeler için, Ethem Bey, Ali Fuat ve Karabekir Paşa gibi kahramanların hepsi de, Albay İsmet Beyden çok daha bilgili, kapasiteli ve daha cesur zâbitler idi. Ama, ne hikmetse piyango İsmet’e çıktı.
Netice itibariyle, meseleye hangi açıdan bakarsak bakalım, İsmet Paşa, kendisine lutfedilen “İnönü” soy ismini hiçbir şekilde hak etmiyor.
“Dünyada ne kadar yüce olsa da şânın, âkıbeti iki taştır nişânın.” (Darb-ı Mesel)