Yunan işgal ve istilâsının aylar önce İzmir’den başlayan (16 Mayıs 1919) Batı Anadolu’daki taarruzu, 6 Ocak 1921 tarihi itibariyle yeni bir ivme kazanarak, Afyon-Kütahya hattından Ankara’ya doğru ilerlemeye başladı.
9 Ocak günü Eskişehir-İnönü mevkiine ulaşan Yunan birlikleri ile Millî Mücadele kuvvetleri, burada karşı karşıya gelerek, göğüs göğüse mücadele vaziyetini aldı.
Bu ilk karşılaşmada, çok kanlı ve şiddetli bir muharebe yaşanmadı. Ancak, savaşın seyrini değiştirmeye ve hatta neticeyi tayin etmeye yönelik dikkate değer bazı gelişmelere burada şahit olundu.
Bu hususa tekrar dönmek üzere, şimdi önemli bir başka noktaya değinmeye çalışalım.
İç ve dış faktörler
Millî Mücadele Hareketinin sahadaki en çetin rakibi ve muarızı, görünürde Yunan kuvvetleriydi.
Osmanlı’nın eski bir vilayeti-eyaleti olan (Mora) Yunan... Bu küçük kuvvetin tek başına Osmanlı’nın bakiyesi olan Millî Kuvvetlere mukabele edebilmesi, pek mümkün görünmediği gibi, aklın da alacağı şey değil.
Demek ki, bunun önünde ve arkasında başka iç-dış aktörler, yahut faktörler var. Bu kesin... O halde, bunlar bir bir tesbit edilmeden ve dikkate alınmadan, Millî Mücadele tarihinin doğru şekilde yazılabileceğine ve aydınlığa kavuşturulabileceğine inanmadığımız gibi, buna ihtimal dahi veremiyoruz.
Özetle: Yunanistan’ın arkasında başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batılı başka devletler vardı. İçerde ise, Yunan taarruzunu bahane ederek, ülke çapında yeni bazı düzenlemelerde bulunmak, kendilerine kahramanlık payeleri oluşturmak ve hakiki vatanperverleri hain duruma düşürüp onları diskalifiye etmek emelinde olan “sahte kahramanlar” vardı.
“Yunan’ı bırak, Ethem’e bak!”
Yeni Türkiye ve Yunan kuvvetleri arasında 9 Ocak günü öğleden sonra İnönü mevkiinde başlayan muharebe, evet, İstiklâl Harbinin de kaderini tâyin eden bir ölüm–kalım mücadelesine dönüştü.
Zira, kısa süre önce Afyon ve Kütahya dolaylarında bâriz üstünlük sağlayan ve hemen ardından Bilecik ve Bozüyük’ü de işgal eden Yunan birlikleri, aynı hızla orta Anadolu'ya doğru ilerlemeye devam ederek İnönü mevkiine vardı ve ilk kez bu noktada durdurulabildi.
Burada böylesine çetin bir direniş hareketi ile karşı karşıya kalacağını önceden hesaplamayan Yunan kuvvetleri, tam bir şok hali yaşadı ve adeta şaşkına döndü.
Düşman kuvvetleri, gerek asker ve gerekse silâh gücü itibariyle, Millî Kuvvetlerin yaklaşık iki misli kadar bir imkâna sahipti. Buna rağmen, Millî Kuvvetler bir adım bile geri atmaksızın, cansiperâne mücadele etti ve istilâcı kuvvetleri bu mevkide durdurmayı başardı.
Her iki taraf arasındaki cüz’i kayıplara rağmen, aylardır süregelen işgal ve taarruz hareketinin burada durdurulmuş olması, gerçekte bir zafer mâna ve mahiyetine büründü.
* * *
Bu vesileyle, önemli bir noktayı vüzûha kavuşturmak, tarihî olduğu kadar vicdanî bir vazife olsa gerektir. O da şudur: Birinci İnönü Muharebesinin başladığı ve zafere giden ümit kıvılcımlarının ülke geneline yayıldığı o 9 Ocak günü, güya "cephe komutanı" olan Albay İsmet Bey, savaş meydanında, yani İnönü mevkiinde dahi değildi.
Evet, kesin olarak orada değildi. Kaldı ki, İsmet Beyin o gün orada olduğunu gösteren güvenilir hiçbir bilgi, belge ortaya konmuş değil.
Dahası, kendisi "Batı Cephesi Komutanlığı"na getirilmiş olmasına rağmen, o gün için o mevkide böyle bir zafer kazanılacağına dair bir ümidi, bir inancı dahi yoktu.
Zaten bu ümitsizliği sebebiyledir ki, o Yunan kuvvetlerine karşı koymak yerine, yanına aldığı bir askerî kuvvetle Çerkes Ethem'in peşine düşmeyi tercih etmişti.
Nitekim, o günlerin tarih kayıtlarına baktığımızda, Albay İsmet'in Kütahya Gediz taraflarında olduğunu, yani Ethem Beyi kovalamakla meşgul olduğunu görmekteyiz.
İsmet ve onun gibi düşünenler açısından, Kuvvâ-yı Seyyare Kumandanı ve Millî Mücadelenin gözüpek kahramanı olan Ethem Bey “istenmeyen adam”dı ve Yunan’dan bile daha sakıncalı, daha tehlikeli bir düşman idi.
Evet, maalesef o kritik günlerde bile, çok büyük katakulliler ve dalavereler yaşanmıştır. Düşünün ki, Şark Cephesinde zafer üstüne zafer kazanmış olan Kâzım Karabekir gibi bir paşa (general) Ankara'da adeta âtıl vaziyette tutuluyor ve daha bir albay rütbesinde olan İsmet Bey, Batı Cephesi Komutanlığına getirtiliyor.
Esasen, siyasî ayak oyunlarından bilmeyen ve bu işlerden anlamayan Ethem Beyin isyanı da bunaydı. Ama, kendisine karşı kurulan tuzakları önceden bilemediği ve usûlünce aşmayı da muhakeme edemediği için, nihayet “kardeş kardeşe vurdurmayalım” diyerek aradan çıkmayı düşündü ve canı pahasına sevdiği vatanından ayrılmayı tercih etti.
@salihoglulatif: Kitaba verilen değer düştükçe, ehl-i kitap olanların değeri düşüyor. Okuma şevkimiz zayıfladıkça, OKU! emrine muhatap olan ümmetin gücü-kuvveti zayıflıyor.