Misâk-ı Millî sınırları içinde olan Musul, başta İngiltere’nin siyasî oyunları ve o dönemdeki Türkiye idarecilerinin beceriksizliği sayesinde adım adım elimizden çıkıp gitti.
GÜNÜN TARİHİ 16 Aralık 1925
İngiltere’nin baskısıyla 16 Aralık 1925’te Cemiyet-i Akvamın (Birleşmiş Milletler) insafına ve inisiyatifine bırakılan Musul, 5 Haziran 1926’da verilen nihaî bir kararla Türkiye’nin buradaki bütün hakları suya düşürülmüş oldu.
Yaklaşık yüz yıldır, bölgenin ve dünya devletlerinin büyük önem verdiği, üzerinde siyasî satranç oyunlarının oynandığı Musul ile ilgili gelişmelerin tarihî seyrine kısaca değinmeye çalışalım.
İngilizler’in emr-i vakisi
Birinci Dünya Savaşı bitiminde 30 Ekim 1918’de Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra, İngilizlerin Musul’u işgal edeceklerini düşünemeyen Osmanlı Devleti, burada bulunan birliklerini takviye etme ihtiyacını da duymaz.
Ne var ki, bölgedeki İngiliz ordusu, 1 Kasım 1918’de Osmanlı’nın ahaliye zulmettiğini iddia ederek Musul’a girer. Kendince, Mütarekenin 7. Maddesini işleterek hedef seçtiği stratejik noktaları işgale kalkışır. İngiliz generali Marshall, Osmanlı kuvvetleri Musul’u terk etmediği takdirde, söz konusu 7. Maddeyi işletmeye devam ederek, Musul dışındaki bölgeleri de ele geçirmek için savaşacaklarını ve bundan da Osmanlı birliklerinin komutanı Ali İhsan Paşanın sorumlu olacağını ilgili mercilere bildirir.
Ali İhsan Paşa, 9 Kasım sabahı, bir emr-i vâki olarak yaşanan bu fiili durumu hükümetle görüşmek üzere İstanbul’a hareket ettiği aynı gün, zaaf içindeki hükümet merkezi İstanbul’dan da ne yazık ki Osmanlı birliklerinin Musul’dan çekilmeleri ve şehrin tahliye edilmesi emri bildirilir.
15 Kasım 1918’de Musul’u terk eden Osmanlı birliklerinin ardından, İngiliz kuvvetleri şehirde hakimiyet kurmaya muvaffak olur.
* * *
O tarihlerde 500 bini aşkın Musul vilayetindeki yerleşik nüfus sayısı hakkında ayrıca şu bilgilere rastlamaktayız: Kürt nüfusu 263.830. Türk nüfusu 146.960. Arap nüfusu 43.210. Yezidi nüfusu 18.000. Ayrıca, Müslüman olmayan ve azınlıkta kalan unsurların yekûnu ise 32.000 civarında.
* * *
Dönem dönem Türkiye ile bağlantısı dünya gündemine de gelen ve "Musul meselesi" şeklinde isimlendirilen bu dâvâ, genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk yıllarında aslında masa başında kaybedilmiş bir dâvâdır.
Zira, yukarıda da belirtildiği gibi, Mondros Mütarekesinin imzalandığı 30 Ekim 1918 tarihine kadar da, Musul ve çevresi bütünüyle Osmanlı topraklarına dahil idi. Üstelik, asgarî vatan sınırları olarak kabul edilen "misâk-ı millî" hudutları içindeydi.
Ne var ki, kısa bir süre sonra İstanbul'u işgal eden İngilizler, aynı tarz hareketle Musul'u da işgal ettiler ve bir daha da Türkiye’ye yâr etmediler.
* * *
İstiklâl harbinden sonra, Musul meselesi hep gündemdeydi. Türkiye buradan vazgeçmiş değildi.
Nihayet, bu mesele Lozan görüşmeleri safhasında da ele alındı. Türk delegasyonu içinde yer alan Dr. Rıza Nur, Hatırat'ında, heyet başkanı İsmet Paşa tarafından Musul'un gerektiği şekilde savunulmadığı ve adeta İngiltere'nin dümen suyuna gidildiğini yazıyor.
Lozan Konferansında kesin çözüme bağlanamayan Musul meselesinin halli, ileriye tâlik edildi ve Türkiye–İngiltere ikili görüşmelerine bırakıldı.
Buna binaen, 19 Mayıs 1924'de bu maksatla İstanbul'da toplanan Haliç Konferası’nda, Türkiye lehinde kayda değer hiçbir ilerleme sağlanamadı. Aksine, meselenin Birleşmiş Milletlere (Cemiyet–i Akvam) intikal ettirilmesine karar verilerek, Musul’a dair tüm inisiyatifler, bu sûretle elimizden alınmış oldu.
Çünkü, Türkiye henüz bu cemiyetin üyesi bile değildi. İngiltere ise, cemiyette en çok ağırlığı olan ülke konumundaydı.
Bu arada, 18 Ekim 1925’te Musul meselesi için Millet Meclisi’nde bir gizli celse yapıldı. Ancak, bundan da esaslı bir kararlık içinde olma iradesi gösterilemedi.
Plebisit reddediliyor
Cemiyet-i Akvam’a giden Türk tarafı, burada da İstanbul Konferansı’ndaki tezlerini tekrarladı ve Musul’da bir referandum (genel halkoylaması) yapılmasını istedi. Çünkü, Lozan’daki gibi Türk ve Kürt nüfusu hâlâ bir ve beraber sayılıyordu.
İngiltere ise, yan çizdi ve bölge halkının bilinçsiz olduğunu beyan ile burası için istenen “plebisit” şartını reddetti.
Mesele, bu noktada düğümlenir gibi oldu. Ancak, bundan sonraki bütün gelişmeler İngiltere’nin lehine cereyan etti.
Sonuç itibariyle, 5 Haziran 1926 tarihli Cemiyet-i Akvâm kararıyla, Musul'un Türkiye'den ayrılıp Irak'a bağlanması ve Irak'ın da 25 yıl müddetle İngiltere'nin hegemonyasına terk edilmesine karar verildi.
Bu arada, Türkiye'ye de—adeta sus payı kabilinden—25 yıl boyunca Musul petrollerinden % 10’luk bir pay verilmesi kararlaştırıldı.
Ne var ki, aynı sözleşme metnine konulan ek bir madde ile, "Türkiye, 500 bin İngiliz lirası karşılığında petrol üzerindeki hakkından feragat etmeye" mecbur bırakıldı.
Böylelikle, gerek Meclis-i Mebusan’da ve gerekse Millet Meclisi’nde üzerinde yemin edilen "misâk-ı millî" sınırları, diğer bazı hususlarda olduğu gibi, Musul meselesinde de ne yazık ki muhafaza edilemedi. Bir başka ifade ile, o yeminler bozulmuş ve ihlâl edilmiş oldu.
* * *
Tıpkı Musul meselesi gibi "Misâk-ı Millî" içinde yer aldığı halde, Lozan'da halledilemeyen, zamana bırakılan ve bilâhare Türkiye'nin başını hayli ağrıtacak olan önemli diğe dâvâlar şunlardır: Kıbrıs Meselesi, Ege Adaları (12 Ada), Boğazlar Meselesi, Hatay ve Kerkük Meselesi.