Hayat, hep aynı renkte, aynı tonda, aynı çizgi üzere gitmez; daima değişkenlik arz eder.
Aynı şekilde korkulara yol açan güvenlik derecesi de türlü değişimlere uğrar. Korku, bazan azalır, bazan çoğalır.
Fakat, bütün bu gel-gitlerde ve iniş-çıkışlarda değişmeyen, değişmemesi gereken temel bazı duygu ve düşünceler var.
Bunlar, insaniyet için en ulvî, en kudsî değerlerdir: Başta iman olmak üzere, izzet, iffet, cesaret, şecaat, şeref, nâmus, haysiyet, vesâire...
Şartlar ne olursa olsun, bunlardan ferâgat edilmez, bunlardan tâviz verilmez, verilmemeli...
* * *
Burada “Allah korkusu”nu şüphesiz hariç ve istisna tutarak rahatlıkla diyebiliriz ki:
İman ile korku, aynen nur ile zulmet gibidir. Yani, aydınlık ile karanlık mesabesindedir.
Biri diğerinin zıddıdır. İkisi aynı yerde olamaz, duramaz, bulunamazlar...
Kişinin kalbine bunlardan biri girdiğinde, diğeri mutlaka çıkar gider.
Toplum genelinde de, bunlardan biri kuvvetlenirse, diğeri zayıflamaya yüz tutar.
İkisi de kıyamete kadar var olmaya devam eder; zaman içinde sadece kuvvet oranları, güç dengeleri değişir.
* * *
Korku duygusu, hıfz-ı hayat için verilmiş. Yani, emanetullah olan cânı, bedeni, hayatı korumak için verilmiş bu his.
Bunun dışında kalan, meselâ makam, mevki, rütbe, servet, menfaat için kimseden korkmamalı.
Kezâ, zalimden de asla korkmamalı. Velev ki, cânına-malına da kast etse.
* * *
Tarih boyunca Yezidler, Şeddatlar, Nemrutlar, Firavunlar çıkmış, insanları korkutmuş.
Zalimlik yapanın, illa da kâfir olması şart değil. Mü’min ve müslim bir kişi de pekâlâ zalimlerden olabilir.
Böyleleri, beşer tarihinde çokça görüldüğü gibi, İslâm tarihinde de emsâlleri görülmüştür.
Zalim, kim olursa olsun; zulmü kim yaparsa yapsın, asla meyletmemeli, boyun eğmemeli, onun karşısında durmalı. İslâmın izzeti, imanın celâdeti bunu iktiza eder.
Zalimin karşısında durursan, cesedin çiğnense de, ruhunla beraber izzetin ve şerefin kurtulur.
Şayet tersini yapsan, cesedin kurtulsa bile, şerefin ve şahsiyetin ezilir, senden evvel ölür gider.
İşte, bunun içindir ki denilmiş: Zillet içinde yaşamaktansa, izzetle ölmek evlâdır.
Evet, izzetiyle ölen, bir kere ölür. Zilletle yaşayanlar ise, Allah’ın her günü ölür; hatta ölmekten beter hale gelir.
* * *
Yukarıdan beri sıralamış olduğumuz hakikatlere kuvvetli iman sahiplerinin bir itirazı olmaz.
Yani, itikadî noktada hemen herkes hemfikir durumda.
Ne var ki, amel noktasında ihtilâflar, iftiraklar, inşikaklar başlıyor.
Yani, meselâ:
Kişi Müslüman, ama zalimden korkuyor. Kişi mü’min, ama kâfirden korkuyor. Vesâire...
İşte, buradaki iman, korkunun derecesine göre zayıftır, sönüktür, donuktur...
* * *
Çarpıcı bir örnek olarak...
İman ile korkunun aynı yerde, aynı kalpte durmadığının, duramayacağının çağımızda bir nişânesi ve nümûnesi olarak, İngilizlerin İstanbul’u işgali döneminde (1918-22) Bediüzzaman Hazretlerinin takındığı merdâne tavrı göstermek mümkün. Şöyle ki:
“Bir zaman İngiliz devleti, İstanbul Boğazının toplarını tahrip ve İstanbul’u istilâ ettiği hengâmda, o devletin en büyük daire-i diniyesi olan Anglikan Kilisesinin Başpapazı tarafından Meşihat-ı İslâmiyeden dinî altı suâl soruldu.
“Ben de o zaman Dârü’l-Hikmeti’l-İslâmiyenin âzâsı idim. Bana dediler: ‘Bir cevap ver. Onlar, altı suallerine altı yüz kelimeyle cevap istiyorlar.’
“Ben dedim: ‘Altı yüz kelimeyle değil, altı kelimeyle de değil, hattâ bir kelimeyle dahi değil, belki bir tükürükle cevap veriyorum.
“Çünkü, o devlet, işte görüyorsunuz, ayağını boğazımıza bastığı dakikada, onun papazı, mağrurâne üstümüzde suâl sormasına karşı, yüzüne tükürmek lâzım geliyor.
“Tükürün o ehl-i zulmün o merhametsiz yüzüne!’ demiştim.”
(Tarihçe-i Hayat, s. 124)
* * *
Bediüzzaman Hazretleri, hiç şüphesiz ölümü göze alarak sarf etmişti bu sözleri.
Aynı şekilde, İngiliz İşgal Yüksek Komiserliği de, onu yakalayıp idam etmeyi düşündü.
Ne var ki, inayet-i Hak imdada yetişti, ve zahirî bir sebeple, idamdan kurtulmuş oldu.
* * *
Dün olduğu gibi, günümüzde de benzer bazı korkulardan söz etmek mümkün.
Bazı kimseler, korku belâsı inandığını söyleyemiyor, yahut yaşayamıyor. Zillet içinde, eziklik içinde kalarak yaşadığını zannediyor.
Başkasını incitmemek, yani masumlara zarar vermemek şartıyla, inanan bir insan, imanı derecesinde yazar, konuşur, feryâd eder, haykırır...
Suskunluk ve nemelâzımcılık, insaniyetin iktizası olmadığı gibi, izzetli-şerefli bir hayatın lâzımı da değildir.
Elhâsıl: Zaman, dehşetli âhirzamandır; gerekli ikaz ve ihtarlar da ona göre olmalı, aynı düzeyde yapılmalı. Aksi halde, feleğin çarkı korku ve zillet hesabına çalışır. Oysa, bunu izzet ve cesarete doğru çevirmek lâzım. Vazifemiz budur.
***
@salihoglulatif: Korku ile imân, bir kalpte aynı anda durmaz, duramaz. Biri girerse diğeri çıkar; biri kuvvetlenirse diğeri zayıflar.