Doğu ve Güneydoğu Bölgelerinde yaşayan insanlarımız, sönmek-dinmek bilmeyen iki ateş arasında hayatını idame ettiriyor.
Hem sınırın ötesindeki Suriye ve Irak canibinden içeri doğru göç dalgaları ve ateş topları geliyor, hem de iç kesimde yıllardır süre gelen kan ve ateş yüklü çatışmalar, halkı canından bezgin bir duruma getirdi.
Dahası, bu çift taraflı kaç-göç ve kan-ateş ikliminin ne kadar süreceği de bilinmediği, hatta kestirilemediği için, kendi canımızdan olan bu insanların bir kısmını ne yazık ki ruhî bunalıma doğru sürüklüyor.
Terör örgütünün bir kolu, güvenlik birimlerini bölgeye çekmek için canhıraş şekilde çalışıyor. Kürtler bunlardan çektiği sıkıntı, kahır ve çilenin bir benzerini tarihi boyunca hiç görmedi, çekmedi, yaşamadı.
Kan ve şiddet metoduyla insan haklarını aramak, insanlıktan nasibini almamışlıkla eşdeğerdir.
Öte yandan, devlet adına türlü cinayetler işleniyor. Operasyonlar esnasında, hiç ilgisiz masum sivillerin canı gidiyor, evi-barkı yakılıp yıkılıyor.
Bir taraftan da, yine resmî görevliler tarafından, bölge insanını tahrik eden ırkçı duvar yazıları yazılıyor.
Bu böyle gitmez, gitmemeli...
* * *
Bütünüyle Kürtlerin zararına, ama bu vatan ve millete düşmanlık edenlerin yararına çalışan terör örgütüne söyleyecek söz bulamıyoruz. Çünkü, görüntüdeki varlıklarının ardı karanlıktır ve o koyu karanlık çehreli odakların nâm-ı hesabına çalışıyorlar. Böyle robotça ve basiretsizce hareket edenlere lâf tesir etmez.
Terörle mücadele eden devlet ve devlet birimlerine ise, elbette hem bizim, hem de demokrasiye, insan temel hak ve hürriyetlerine inanan, bu değerleri savunan herkesin söyleyecek sözü var, olmalı da.
Esasen—kişi veya örgüt fark etmez—başkası ne yaparsa yapsın, devlet yine de kànun ve kurallar manzumesi içinde hareket etmek durumunda. Devlet adına, hiç kimse şahsî veya hissî gerekçelerle hareket edemez. Kin ve intikam güdemez. Vazife başında hiddet, öfke gösteremez.
Aksi halde, hizmet ettiği devlete daha çok zarar vermiş olur. Keza, emrinde olduğu milletin işini daha da zorlaştırmış olur.
Yarın öbür gün, yeni daha başka sıkıntılara düçâr olmamak için, ilgili kurum ve kuruluşların sorumlularına bu hususları hatırlatmaya bir mecburiyet hissediyoruz. Faydalı olalım derken, lütfen daha büyük zararlara sebebiyet verecek hal ve hareketlerden uzak dursunlar; aynı şekilde emirleri altındakileri de bu noktada ciddî şekilde uyarsınlar.
Bu vatan hepimizin ve gidecek başka yerimiz yok.
BAKIŞ AÇISI
Son saldırılar sipariş mi yoksa?
El-Kaide etiketiyle yapılan 11 Eylül Saldırıları, aslında birçok yerinden sırıtıyordu. Bu örgütün, “Süper Amerika”ya tek başına saldırı yapacak durumda olmadığını, aklı başında hemen herkes biliyordu.
Fakat, hadisenin dehşetli sıcaklığı karşısında, aklı konuşturmak pek mümkün görünmüyordu.
Böyle bir fırsatı çoktandır bekleyen, gözleyen ABD’nin Yahudi destekli Cumhuriyetçileri, hemen bir “savaş hali” ilân ettiler. Ardından, halkı gariban iki İslâm ülkesini (Afganistan ve Irak) işgale başladılar.
Esasından, burnumuzun dibindeki terör belâsı ve sınır komşumuzda kitlelerin kanlı boğuşmalarının zemini de bu işgallerin eseridir.
İşte, bu vahim sonuçlardan sebebe doğru gittiğimizde, 11 Eylül saldırısının aslında hiç hesapta olmayan bir hadise olmayıp, çok plânlı bir “sipariş saldırı” karakteri taşıdığını görebiliyoruz.
ABD’deki şahinlerin yaptığının bir benzerini, şimdi Fransa’nın şahinleri yapmaya çalışıyor.
Paris ve Mali’deki kanlı saldırıları “savaş haline” gerekçe yapan Fransa, bakalım asırlarca uygulamış olduğu o “sömürgecilik” ayıbından dolayı da bir özeleştiride bulunacak mı? Hiç zannetmiyoruz. Çünkü, bu yönde en ufak bir emare dahi görünmüyor. Aksine, gerek Fransa’da ve gerekse diğer Avrupa ülkelerinde öne çıkan ve ilk etapta uygulanması düşünülen tedbir şudur: Müslümanlar için vize şartlarını zorlaştırmak; mevcut maddelere ek güvenlik şartlarını eklemek.
İşte, tam da bu noktada insanın aklına ister istemez “Yapılan saldırılar planlı ve sipariş türünden mi acaba?” sorusu geliyor.
Sebebi şu: Yıllardır Suriye’den komşu ülkelere doğru akıp giden mülteci/sığınmacı dalgası, yakın zamanda Avrupa sınırlarına da gidip dayandı. Avrupa hükümetleri, açıkça “Biz bu insanları istemiyoruz” diyemediler, diyemiyorlar. Güya insancıl davranıyorlar.
Ne var ki, saldırılardan sonra mültecileri almamak noktasında haklı bir gerekçe bulmuş oldular. “Mültecilerin arasında teröristler” de geliyor, demeye başladılar.
Netice itibariyle, ellerine bir koz geçti. Teröristler İslâm coğrafyasından çıktığı için, “Müslümanları Avrupa’ya sokmama” şeklinde çürük bir koz. Evet, çürük. Zira, İslâmiyet’in özünde, ruhunda terör yok, şiddet hareketi yok, masum kanı dökmek yok.
Bakalım, Batı’nın İslâm’a bakışı ne zaman düzelmeye başlayacak. İnanıyoruz ki, bunun da tesirli ve düşündürücü sebepleri zuhûr edecek.
***
@salihoglulatif: Denizin ortasında bir şişme bot. İçi İNSAN ile dolu. Toplam 58 mülteci. Yunan Sahil Güvenliğinden bir câni, o insan dolu tekneyi demir şişle batırmaya çalışıyor. İşte "Vahşi Batı"nın bildik o iğrenç yüzü.