Geride bıraktığımız iki haftayı, ağırlıklı olarak “Gazetecilik Seminerleri” ile geçirdik.
Türkiye’nin hemen her yöresinden gelen kardeşlerimiz, coşkulu bir hizmet arzu ve iştiyakı ile dopdolu şekilde iştirak etti, bu meslekî seminerlere. Öyle ki, her hallerinden okunan bu şiddetli öğrenme arzu ve iştiyakı, mesai saatleri ile sınırlı kalmadı. Konuyla bağlantılı sohbet ve diyaloglar, mesaiden sonra, hatta akşamları da yer yer gecenin geç saatlerine kadar sürüp gitti.
Bütün içtenliğimle, onların bu halini tebrik ile takdir ettim.
* * *
Evvelki yıllara nazaran, bu seneki programlara gösterilen alâka, müracaat ve hatta katılma nisbeti, cidden yüksek seviyelerde olup bizlere ümit ve heyecan verici bir mahiyet arz ediyordu.
Evet, tahminlerin üzerinde bir iştirak nisbeti hâsıl oldu.
Ama, katılımcı kardeşlerimizin büyük bir sabır ve tahammül göstererek sergilemiş olduğu öğrenme arzu ve iradesi, bize de ayrı bir şevk ve heyecan verdi. Adeta, üzerimizde birikmiş hale gelen atâlet tozlarını silkeleyip atmış oldular.
Buna göre, onlar bize değil, biz onlara minnettar olduk. Çünkü, bu vesile ile hem ümit tazelemiş olduk, hem de unutulmaması gereken bilgi ve tecrübe sermayesini...
* * *
Bilvesile, hemen hepsi de genç ve dinamik bir zihne sahip olan bu kardeşlerimizin, söz ve suâllerinden, gerekse hal ve davranışlarından okuyabildiğimiz bazı mânaları—bir tahdis-i şükür kabilinden—burada kısaca zikretmek isterim. Şöyle ki:
* Hal ve istikbâl nesli hakkında, zaman zaman bizim de düştüğümüz karamsarlık havası, lillahilhamd, bu kardeşlerimiz sâyesinde büyük ölçüde izâle oldu, gitti.
* Hemen her yönüyle ağırlaşan günümüz hayat şartlarına mukabil, böylesine samimî, uyumlu, idealist ve bilhassa gayret hissiyle harekete geçen genç ve dinamik bir neslin tek başına varlığı bile, hepimizin geleceğe yönelik ümit ve beklentisini adeta saykal vurup cilâlamış oldu.
* Kardeşlerimiz, gerek hâl ve gerekse kàl diliyle “Biz bu hizmette varız; sonuna kadar varız” şeklinde, pek manidar ve bir o kadar müjdeli mesajlar verdiler.
* Saatlerce ve günlerce devam eden çalışmalar esnasında, katılımcı kardeşlerimizi aynen şu azim ve kararlılık içinde gördük: Gönül vermiş olduğumuz bu hizmet dairesi içinde, her neye ihtiyaç varsa, orada biz de varız; sizinle sonuna kadar bir ve beraberiz.
* Okuyabildiğimiz bir başka mesajları şuydu: Yeni Asya’nın misyonuna inanarak ona gönül verdiğimiz gibi, mâzideki hizmetleriyle de iftihar ediyoruz. Bu çorbada bizim de tuzumuz olsun istiyoruz. Üzerimize ne düşüyorsa, yapmaya hazırız. Siz yeter ki bize yol-yöntem gösterin. Yeter ki, kendimizi nasıl yetiştireceğimizi, kabiliyetimizi nasıl inkişaf ettireceğimizi öğretin bize...
* * *
Esasında, bu meyanda anlatacak, nazara verecek daha çok şey var. Ama, geri kalan kısmını zamana yaymak ve ileride meydân-ı zuhûra çıkacak hizmetleri tâdât etmenin uygun olacağı mülâhazasıyla, şimdilik kısa kesiyoruz.
Son olarak, gazetecilik seminerine iştirak eden ve hiç usanıp sıkılmadan en iyi derecede istifadeye çalışan kardeşlerimizi bir kez daha tebrik ediyor, gerek meslek ve gerekse hizmet hayatında hayırlı muvaffakiyetler diliyoruz.
GÜNÜN TARİHİ: 25 EYLÜL 1396
Önce Niğbolu; sonra İstanbul
Yıldırım Bayezid kumandasındaki Osmanlı Ordusu, büyük Haçlı ittifakına karşı Niğbolu'da büyük bir zafer kazandı: 25 Eylül 1396.
(Niğbolu, Bulgaristan'ın kuzeyinde, Plevne'ye bağlı bir kale-şehir.)
Niğbolu Zaferi, Doğu-Batı (İslâm-Hıristiyan) eksenli siyasî tarihin seyrini büyük ölçüde değiştirecek derecede önem arz ediyor.
Bizans ve Papalık dahil, Hıristiyan bütün Avrupa devletleri, Osmanlı'yı kıt'adan atmak ve "geldiği yere göndermek" fikrinde birleşmişlerdi. Bu maksatla biraraya geldiler ve kuvvetlerini birleştirdiler.
Osmanlı'ya karşı Avrupa genelinde yapılan hazırlıkların hummalı bir şekilde devam ettiği esnada, Yıldırım Bayezid de İstanbul'u kuşatma altına almış durumdaydı.
Sultan Bayezid, Haçlıların niyet ve gayretini fark edince de, kuşatmayı kaldırdı ve Edirne merkezli kuvvetlerini Balkanlar'a doğru kaydırmaya başladı. Zira, öncelikle Avrupa'dan gelecek tehlikeleri bertaraf etmeli ki, İstanbul'un fethi daha emin adımlarla tahakkuk ettirilebilsin.
İki taraf arasındaki çatışmaların en şiddetlisi, 25 Eylül’de Niğbolu'da yaşandı ve zaferle neticelendi.
Bu savaş sebebiyle, Avrupa dehşet içinde kaldı. Müjdeyi alan Müslümanlar ise, sevince boğuldu. Abbasî İslâm Halifesi, Osmanlı Padişahına "Sultan-ı İklim-i Rûm" diye hitap etti. (Bu ünvan sonraki sultanlar için de kullanıldı.)
Niğbolu Zaferi, aynı zamanda İstanbul’un fethini kolaylaştıran en mühim hadiselerden biridir.
***
@salihoglulatif:
"Ye'is mâni-i herkemâldir." Ye'sin bazı sebepleri şunlardır: İstibdat, meşveretsizlik, ittifaksızlık, kıskançlık, kin, adâvet, garaz, gıybet, haset, enaniyet...