Bu yılki Risâle-i Nur eksenli seminer, konferans ve panellerimizin ana konusu “Doğru İslâmiyet” idi.
Üstad Bediüzzaman’a ait bu ibarenin de içinde yer aldığı cümleler şöyledir: “Edyan-ı sâire (diğer dinlerin) müntesipleri, mutlaka fevc fevc (öbek öbek) muhakeme-i akliye ile ve bürhan-ı kat’î ile daire-i İslâmiyete dahil olmuşlar ve olmaktadırlar. Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra da onlardan (diğer din mensuplarından) fevc fevc dahil olacaklardır.”
(Münâzarât, s. 86)
Burada dikkat çeken ve anahtar mesabesinde olan birbiriyle uyumlu iki tâbir var: “Doğru İslâmiyet” ve “İslâmiyete lâyık doğruluk.”
Buradan şunu anlamak mümkün: “Doğru İslâmiyet”i anlatmak yetmez. Mutlaka, “İslâmiyete lâyık doğruluğu” da istikametli şekilde göstermek, yani fiiliyatımızla bunu sergilemek lâzım. Aksi halde, diğer dinlerin mensupları, müntesipleri İslâm dairesine girmede tereddüt geçirecek veya çekingen davranacaklardır.
Esasen, bugünkü Müslümanların en büyük handikapı da bu noktada karşımıza çıkıyor.
Müslüman kişi, âyeti-hadisi su gibi biliyor. Bunları konusuna göre hemen hatırlayıp ezbere şekilde okuyabiliyor. Yer yer hatalı hükümler çıkaran olsa bile, yine de “doğru İslâm”ın ne ve nasıl olduğu noktasında ekseriyetin ittifakını sağlamak pekâlâ mümkün.
Ne var ki, iş icraat ve fiiliyata gelince, kafalar iyice karışıp zihinler çatallaşıyor.
Zira, fiil, çoğu kez fikriyatı teyid veya tasdik etmiyor.
Dahası, sergilenen icraat, söylenen sözlerle neredeyse hiç ülfet ve münasebet peydâ etmiyor, hatta yer yer zıtlaşıyor.
Ne yazık ki, geniş İslâm coğrafyasında görülen bu tenakuzlu hal, ülkemizde de kendini iyiden iyiye hissettiriyor.
Meselâ, bir bakıyorsunuz, âyet-hadis eşliğinde sabah-akşam ittihattan, ittifaktan söz edip duran bazı kimseler, fiiliyatta müdemadiyen ihtilâfâ, iftiraka, inşikaka çalışıyor.
Meselâ, yine âyet-hadis zikrederek beş vakit şefkatten, merhametten, muhabbet ve uhuvvetten dem vuran bazı Müslümanlar, fiiliyat ve icraat noktasında habire kin ve adâveti, öfke ve husûmeti, dedikodu ve gıybeti körükleyip duruyorlar.
Kezâ, adâlet, asayiş, can ve mal emniyeti, insan temel hak ve hürriyetleri gibi hayatî meselelerde de, benzer durumlara çoğu yerde şahit olunmaktadır.
Bütün bunlar, bazı kimselerin fikir ile fiil, hitabet ile icraat, söz ile tatbikatleri arasındaki farkı gözler önüne seriyor.
Bu vaziyet, aslında bir fecâati gösteriyor. Bu handikaptan kurtulmanın yegâne çaresi şu sözde ifade ediliyor: “Sözünüzü, fiiliniz tasdik etmeli.”
(Münâzarât, s. 125)
GÜNÜN TARİHİ: 4 Mayıs 672
Ensar idi, şehit oldu
Mekke’den Medine’ye hicret eden Resûl-i Ekrem’i (asm) evinde ilk misafir eden Ebâ Eyyüb El–Ensarî Hazretleri, İslâm ordusuyla birlikte fetih için geldiği İstanbul’un surları önünde, 4 Mayıs 672’deki kuşatma esnasında vurularak şehit edildi.
Vefat ettiğinde 83 yaşında idi.
Ülkemizde "Eyüp Sultan" ismiyle yâd edilen bu büyük sahabî, esasen Hz. Peygamber'in (asm) müjdesine hissedar olmak için Arabistan'dan çıkıp tâ İstanbul önlerine kadar gelmişti.
O müjdeli rivâyetin meâli şudur: "Kostantiniyye (İstanbul) elbette fetholunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan; onu fetheden asker ne güzel asker." (Ahmed bin Hanbel, Müsned–IV/335)
Eyyüp Sultan Hazretleri, Medineli Müslümanlardan olup İkinci Akabe biatında Resûl-i Ekrem’e (asm) iman eden sahabilerdendir.
Ebâ Eyyüb (ra), aynı zamanda, iman ettiği tarihten itibaren, Müslümanların mâruz kaldığı hemen bütün savaşlara bilfiil katılmış kahraman bir gazidir.
Onun bu kahramanlığı, Resûlullah'ın (asm) vefatından sonra da aynen devam etmiş olup, neticede yine aynı dâvâ uğurda hayatını fedâ edip şehit düşmüştür.
Meçhûl mezar yeri
İstanbul, Sultan Eyyüb'ün vefatından 781 sene sonra fethedildi. Böylelikle, Resûlullah'ın (asm) müjdesi de tam mânâsıyla tahakkuk etti.
Aradan birkaç asır geçmesi sebebiyle, Eyüp Sultan'ın mezar yeri haliyle kaybolmuştu.
İstanbul'un fethinden hemen sonra mezar yerinin bulunmasını isteyen Sultan Fatih, fethin mânevî sultanı Akşemseddin Hazretlerinden yardım istedi.
Hem büyük bir âlim, hem velî bir şahsiyet olan Akşemseddin, görmüş olduğu hakikatli bir rüyâ ve mânevî muhavere neticesinde, mezar yerini tesbit etti.
Nitekim, kazılan yerde, mezarın kitabesi de bulundu ve tam kanaat getirildi ki, aranan mezar, tesbit edildiği yerdedir.
Tereddütlerin izâle olması üzerine, Eyyüb Sultan'a muhteşem bir türbe, etrafına da cami, imaret, medrese gibi muhtelif bölümleri bulunan büyük bir külliye inşa edildi.
Burası, yaklaşık 560 senedir umum âlem-i İslâm için bir ziyaretgâh hüviyetini taşıyor.
@salihoglulatif:
“Doğru İslâmiyet”i sadece sözle anlatmak yetmez. Ayrıca “İslâmiyete lâyık doğruluğu” hal ve hareketimizle ve istikamet üzere göstermek durumundayız.