Çözüm Süreci’nin fiyasko ile neticelenmesi, PKK’nın daha da hırçınlaşmasına yol açtı.
“Çözüm”süzlük, bir mânada çözülmeye sebebiyet verdi.
Aradaki derin güvensizlik sebebiyle bölgede aralıksız şekilde yığınak yapagelen örgüt, açılan yeni dönemde işi daha da ileri bir safhaya taşıyarak, bu kez iş makinalarıyla mahalle içinde hendekler kazmaya, briket, taş, tuğla ve kum torbalarıyla kalın duvarlar örmeye başladı.
Ayrıca, bütün bu kritik eşiklere patlayıcılar yerleştirerek, emniyet kuvvetlerinin geçişini zorlaştırmayı, mümkünse bütünüyle engellemeyi plânladı.
Sivil halktan özellikle kadın ve çocukların kalkan olarak kullanıldığı bu işteki hedef ve maksat şudur: Öncelikle devleti zaaf içinde göstermek. Bir kaos ve güvensizlik ortamı oluşturmak. Halkı çaresizlik ve psikolojik çöküntü içine sürükleyerek, onları istediği şekilde yönetmek veya yönlendirmeye çalışmak. İtaat etmeyeni, yerinden yurdundan ederek başka tarafa göçe zorlamak. En nihayet, halkı teslime mecbur edip ayaklandırarak, tıpkı Suriye’de olduğu gibi kantonlar ve kurtarılmış bölge örnekleri teşkil etmek.
Bunun sonrası, varsın bir kaosa, kıyâmete doğru yol açılsın, hiç umurlarında değil...
Bu arada, HDP de, söz konusu hendek ve bariyer siyasetinin önünde şimdilik diz çökmeye adeta mecburiyet hissediyor. Doğrusu, hem kendisine, hem de bu partiden beklentisi olan seçmen kitlesine çok büyük bir haksızlıkta bulunuyor. Zira, bu partiye oy verenler, hendek ve barikat siyaseti için vermediler bu desteği.
* * *
Bu konudaki temel yanlışlığın sebebi, demokrasiye peş peşe darbe vurulmasıdır.
Demokrat hükümetleri zamanında, bu potansiyel tehlike sürekli şekilde lokalize edilmeye çalışılıyordu.
Özellikle 12 Eylül Darbesinden sonraki şahıs merkezli otoriter hükümetler sayesinde, bütün menfi unsurların birleştirilmesi ve bir tür güç birliğinin teşekkül ettirilmesine yol açılmış ve zemin hazırlanmış oldu.
Aradaki fark, iki tarz-ı siyasetin de bir nevi keskin tarifi gibidir: Menfi cereyanları yirmi parçaya bölen ile yirmi parçayı birleştiren siyaset. Biri demokrat, diğeri otokrat. Biri prensip, diğeri şahıs/lider ağırlıklı. Vesaire...
***
GÜNÜN TARİHİ 6/7 Aralık 1921
Kavalalı Said Halim Paşa
Osmanlı’nın son Sadrâzamlarından Said Halim Paşa, bulunduğu Roma’da (İtalya) Ermeni komitacı tarafından vurularak şehit edildi.
İttihat-Terakki döneminin (1908-1918) en bilgili devlet ve hükümet adamlarının başında gelen Said Halim, meşhûr Mısır Valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın torunu olarak 1864’te Kahire’de doğdu.
Henüz küçük yaşta iken, ailesiyle birlikte İstanbul’a geldi. İyi bir tahsil gördü. Ayrıca, gittiği İsviçre’de de siyasî ilimler sahasında yüksek tahsilini tamamladı. İstanbul'a döndüğünde (1888) Şûrâyı Devlet (Danıştay) üyeliğine tâyin edildi. Ardından “Rumeli Beylerbeyliği” pâyesine sahip oldu. 1900'de aleyhinde jurnaller verildiği için, Yeniköy'deki meşhûr yalısında arama yapıldı. Sakıncalı bir şey bulunamamasına rağmen, baskı altında tutuldu. Sonunda dayanamadı ve kardeşiyle birlikte Mısır’a gitti.
II. Meşrûtiyetin ilânı üzerine İstanbul’a döndü. Bu kez Şûrâ-yı Devlet Reisi (1912) oldu. Bir sene sonra Hâriciye Nazırı ve Mahmut Şevket Paşa’nın öldürülmesinden sonra da (1913) Sadrâzamlık makamına getirildi.
Sadrazamlık müddeti yaklaşık dört sene sürdü. Ancak, hiç rahat yüzü görmedi.
Asıl sebeb, peş peşe gelen büyük savaşlardı: Birinci ve İkinci Balkan Savaşları ile Birinci Dünya Savaşı. Bir diğer sebep ise, komitacı tabiatlı İttihatçıların bitmek bilmeyen baskı ve ihtirasları.
Başlangıçta Hariciye Nazırlığını da deruhte eden Sadrazam Said Halim, 1915 yılına gelindiğinde ise, bakanlık vazifesini bıraktı. Hatta, başbakanlıktan da istifa etmek istedi. Ancak, buna mani olunduğu için vazifeye devam etti.
Bu zaman zarfında, Dahiliye Nazırlığı, yani İçişleri Bakanlığı görevini yürüten kişi ise, İttihatçıların en ihtiraslı adamı Talat Paşa’ydı. Hani o, Ermenilere yönelik "Tehcîr Kànunu"nu çıkartan ve uygulayan kişi... Talat Paşa, bağlı bulunduğu Başbakana önemli hemen hiçbir konuda gereken bilgileri iletmiyor, yansıtmıyordu. Onu kukla gibi yönetmek istiyordu.
Said Halim Paşa, Dünya Harbi dahil birçok hayatî gelişmenin haberini bile başka kaynaklardan alıyordu. Sonunda, bu densizliklere dayanamadı ve Şubat 1917'de Sadrâzamlık görevinden kesin sûrette ayrıldı.
Dünya Harbini müteakiben başlayan İstanbul'un işgali günlerinde (10 Mart 1919), tutuklanarak tevkif edildi. 22 Mayıs’ta da İngilizler tarafından, diğer bazı siyasî mahkûmlarla birlikte Malta Adasına sürgüne gönderildi. İki yıl kadar burada kaldı. 29 Nisan 1921’de serbest bırakıldı. Ancak, İstanbul’a gelmesi kabul edilmedi. Çaresiz, oradan İtalya’ya gitti. Roma’ya yerleştikten 6-7 ay kadar sonra da katledildi.
Birçok eserin sahibi olup, mezarı Divanyolu üzerindeki Sultan II. Mahmud Türbesinin bahçesindedir.
***
@salihoglulatif: Cevapların sayısını çoğaltan söz ve yazılar, mü'mince yapılan iş ve hizmetlerdir;
Zihinleri bulandıran soruları çoğaltma çabası ise, münafıklığın alâmetidir.