Bir vali, bir bürokrat, bir asker, yahut bir komutan, hem dindar, hem müstebid bir idareci olamaz mı?
Pekâlâ olabilir ve olmuştur. Tarihte bunun sayısız örnekleri var. Aşağıda, birkaç misâlini göstermeye çalışalım.
* * *
Bir idarecinin, bir siyasî aktörün hem dindar, ama aynı zamanda bir diktatör olabileceği hususu hem mümkün, hem de vâki olduğu halde, buna bir türlü inanmayan, yahut inanmak istemeyenlerin varlığına şahit olmaktayız.
Ne var ki, bunların tamamını aynı kategoride görmek ve değerlendirmek doğru olmaz. Kendi içinde bazı farklılıklar arz ediyor. Şöyle ki:
BİR: Kimileri, aklî muhakeme zayıflığı sebebiyle, meseleyi tam olarak ihata edemiyor. Zahiren dindar görünen bir siyasetçinin, idarecilikte de mükemmel ve hatta yüksek maharete sahip, eşi-benzeri bulunmaz bir lider olduğunu tahayyül ederek, ona olağanüstü derecede bağlanır, perestiş eder, meth û senâlarda bulunur.
İKİ: Kimileri var ki, iradesi zayıftır. Hâkim siyasî cereyanların tesirinden kendisini koruyamıyor, kurtaramıyor. Direnme ve dayanma noktasında irade gösteremiyor. Kendini hâkim rüzgâra kaptırmış gidiyor. Kemiyetin, kalabalığın alkışladığına o da şuursuzca alkış tutuyor.
ÜÇ: Kimileri var ki, hâkim siyasî cereyandan ya korkuyordur (hiss-i havf); ya bir makam (hubb-u câh) veya bir menfaat (tama’) beklentisi içindedir. Dolayısıyla, bu noktalardaki zaafları sebebiyle, dindar görünümlü bir idarecinin aynı zamanda diktatör de olabileceğini görmüyor, görmek istemiyor; düşünmüyor ve düşünmek istemiyor.
Tarihten bazı örnekler
Yezid (645-683), zâtında, yani özel hayatında dindar bir şahsiyet idi. Meşhûr sahâbilerden Hz. Muaviye’nin oğludur. Ebâ Eyyüb’el-Ensârî Hazretleri’nin de içinde bulunduğu İslâm ordusunu fetih için tâ İstanbul’a kadar gönderen yine odur.
Buna rağmen, zalim bir idareci, gaddar bir hükümdar, eli kanlı bir siyasetçidir, Yezid. Hem öyle bir kan lekesi ki, kıyâmete kadar izi silinmeyecek türden…
Yani, Fahr-i Kâinat’ın (asm) sevgili torunu Hz. Hüseyin ve yakınlarını katledip kanlarını döken “dindar siyasetçi”lerden biridir, Sultan Yezid.
* * *
Emevi hükümdarı Yezid gibi, Emevilerin Basra ve Irak Valisi Haccâc’ın kendisi de Seyyidlere karşı katliâma varan kanlı zulümlere imza atmış bir idareciydi. Hem öyle ki, onun ismi bile zulüm ile anılır oldu: Haccâc-ı Zalim. (661-714)
* * *
Kezâ, anne ve dayı katili olan Şah İsmail’in (1487-1524) kendisi de gayet dindar bir şahsiyet olarak biliniyordu. Hatta öyle ki, Şah Hatayî mahlasıyla yazdığı şiirler, asırlardır deyiş ve ilâhî tadında okunageliyor. Ama bu dindar siyasetçi, kendisine itaat etmeyi reddederek Osmanlı tarafını tercih eden Kürt aşiretlerinden de sayısız mâsumu ya çeşmelere zehir döktürerek, ya da başka yöntemlerle katletmiş bir zalimdir.
* * *
Sultan Abdülhamid Hân (1842-1918), şahsiyeti itibariyle hem çok şefkatli, hem de velî derecesinde dindar, takvâ sahibi bir idareciydi.
Şahsî ve ailevî hayatı yönüyle son derece mazbut ve muhafazakâr olan bu padişahın takip etmiş olduğu (ya da mecbur kaldığı) siyaset, kelimenin tam mânâsıyla “istibdat siyaseti” idi.
Üstad Bediüzzaman, “akla husûmet ederdi” diye tarif ve tavsif ettiği bu müstebit siyasetle hayatı pahasına mücadele ederek pençeleşti; bu mücadele sebebiyle, önce tımarhaneyi, ardından hapishaneyi boyladı.
* * *
Cesur bir asker ve başkomutan (Serasker) olan Mareşal Fevzi Çakmak (1876-1950) da “Sûrî dindar ve bir derece iman sahibi” idi. (Bkz: Beşinci Şuâ ve Kevser Risâlesi.)
Fakat, bu dindar komutan, aynı zamanda 20. asır Türkiye’sinin en zalim, en gaddar bir komutanı idi. Dizginleri elinde tutan mülhidlerin ve zındık münafıkların hizmetinde emirber nefer gibi çalıştı. Özellikle Dersim Katliâmı dahil olmak üzere, 1922-44 yılları arasında asker süngüsü ve kurşunuyla katledilen yüz binden fazla masum vatandaşın kanında onun payı var. Katliâm, ırkçılık ve asimilasyon dahil, kendisinin bulaşmadığı, yahut bulaştırılmadığı hemen hiçbir hata-günah kalmadı.
Dahası, öyle garip, hatta öyle tuhaf bir vaziyet-i acibe ki, Fevzi Paşa ile aynı siyasî ve ideolojik zihniyete sahip olan günümüzün bazı siyasetçileri, hâlâ ona toz kondurmamaya ve her fırsatta onu temize çıkarmaya gayret ediyor.
* * *
Hülâsa-i Kelâm:
İlm-i hakikat gibi, tarihî hakikatler de bize açıkça gösteriyor ki, bir idareci dindar görünümlü olduğu halde, aynı anda bir müstebid, bir gaddar zalim de olabiliyor. Şu veya bu sebeple akıl gözü perdelenmiş olanların bu vaziyeti görmemesi, yahut görmek istememesi, gerçeği değiştirmiyor, başkalaştırmıyor.
* * *
Sultan Abdülhamid Han, zatında velî derecesinde bir padişah, Mareşal Fevzi Çakmak ise, görünüşte yine dindar bir komutan ve siyasetçi. Ne var ki, ikisi de istibdadın zincirinden yakasını kurtaramamış meşhûrlardan...
* * *
@salihoglulatif: Uzak-yakın tarih şahittir ki, bir idareci dindar göründüğü halde, aynı zamanda korkunç bir müstebid de olabiliyor. Türlü zaaflarla mâlûl olanların bu vaziyeti görmemesi, hakikatin sûretini değiştirip başkalaştırmıyor.