Barajı aşarak Meclis’te grup kuran HDP, bu başarıyı demokrasiye inanan, güvenen ve sahiplenen milyonlara borçludur.
Bunu asla unutmamalı.
Aynı şekilde, kendisine verilen bu krediyi boş yere tüketmemeye, yanlış bir mecrada kullanmamaya dikkat etmeli. Aksi halde, en başta kendisine yazık eder; ayrıca, ona destek veren kitlenin de ümidini kırmış, beklentisini boşa çıkarmış olur.
* * *
Daha açık konuşmakta fayda var: Silâhlı siyaset ile demokratik siyaset arasında dağlar kadar fark var. Bütün dünyanın bildiği bu farkı, HDP görmezden gelemez, gelmemeli.
Her ne kadar PKK ile sosyolojik tabanları aynı veya birbirine çok yakın olsa bile, yine de kullandığı dil ve işlediği fiil aynı olmaz, olmamalı.
Zira, fikir ile silâhın aynı yapı veya bünye içinde birarada durması ve ortak bir dil kullanmaya devam etmesi, demokratik sistemlerde imkân ve ihtimal haricidir.
O halde, bu parti, başkası için de geçerli olan şu tercihlerden birine yönelmek mecburiyetinde: Ya silâhlı şiddet, ya demokratik siyaset. Ya kanlı terör, ya özgürlükçü fikir.
Bunun dışında bir tercih imkânı söz konusu olmadığı gibi, Türkiye gibi bir ülkede, demokrasi dışı arayışların sonu da çıkmaz sokaktır.
Zira, geniş İslâm coğrafyası içinde–her şeye rağmen–cumhurî demokrasi noktasında en ileride olan yine de Türkiye’dir.
Evet, rejim ve sistem, kör-topal, ağır-aksak da olsa, vakıa budur.
Düzeltmeyi, iyileştirmeyi her halükârda, yine demokrasi içinde ve hürriyet zemininde kalarak yapmalı. Demokrasi dışı hareketler ise, bir gözü körün diğer gözünü patlatmak ve topalın iki ayağını da kırmak gibidir.
HDP, işte böylesine kritik ve hassas bir eşikte duruyor. İki zıddı birarada götüremez, yürütemez. Dolayısıyla, tez elden tercihini yapmalı. Aksi halde, ülkenin doğusunda başgösteren kanlı şiddet sarmalı, adım adım Türkiye’nin diğer bölgelerine yayılma ve seksen milyon insanın hayatını azaba çevirme tehlikesiyle karşı karşıya gelmiş oluruz.
* * *
Şu bir kaç hususu da açıkça söylemek durumundayız ki:
Devlet ve hükûmet adına yıllardır yapılan hataları ve güven zedeleyici yalpalamaları da görüyoruz. Bunların gayet iyi farkındayız. Dahası, bunları asla tasvip etmiyor ve her vesileyle gereken eleştiriyi yapmaktan asla geri durmuyoruz. Bu, meselenin ayrı bir yönünü, yüzünü teşkil ediyor.
Ancak, hem bu hataların düzeltilmesi, hem de temel insan hak ve hürriyetlerin kâmilen sağlanabilmesi, yine meşrû zeminde ve müsbet hareket metoduyla yapılacak olan mücadele tarzına bağlı. Bunun dışına çıkılması halinde, insanî, hukukî ve demokratik hiçbir meselenin hal yoluna girmesi mümkün olmaz.
Aklı başında, vicdanı yerinde olanların, insanları ve bilhassa vatandaşları çıkmazlara değil, önü ve ilerisi açık yollara sevk etmeye çalışması, bunun için gayret göstermesi lâzım. Bizim de yaptığımız budur. Başka da bir hedefimiz, gayemiz yoktur ve olamaz.
Lütfen, birbirimizi doğru anlayalım; en azından yanlış anlamamaya dikkat edelim, hassasiyet gösterelim.
@salihoglulatif: Sağduyu sahibi olan milletimiz, HDP'ye bir kredi verdi. Barajı aştırıp onu Meclis'e taşıdı; ŞİDDET yerine SİYASET dilini konuşsun, geliştirsin diye...
Kendisine verilen bu önemli krediyi bâd-i hava zayi edip tüketirse eğer, cidden çok yazık etmiş olur.
* * *
Gaddar rejimlerle mücadele etmenin geçerli ve tutarlı yolları varken, tutup Rusya’da Çeçenleri, Mısır’da İhvanları, Suriye’de muhalifleri kanlı bir mücadelenin tarafı haline getirerek ezdirmek ne kadar yanlışsa, Kürt vatandaşları Türkiye Devletine karşı kışkırtıp silâhlı mücadeleye sevk etmek de o derece yanlıştır. Çünkü, bu tarz bir kışkırtma, öncelikle o insanları ezdirmek, ateşe atmaktır. Velhasıl, mâsum kanı dökmek kimsenin hayrına değildir ve olamaz.
GÜNÜN TARİHİ / 25 Aralık 1973
“İkinci Mustafa” İsmet İnönü
Türkiye Cumhuriyeti’nin II. Reisicumhuru İsmet İnönü, 25 Aralık 1973’te öldü.
1884 doğumlu olan İsmet Paşa, aynı zamanda tek parti rejiminin “İkinci Mustafa”sıdır. (Birincisi M. Kemal Paşa, ikincisi ise M. Fevzi Paşadır.)
Buna göre, 1920’de kurulan yeni Türkiye’yi tâ 1950’ye kadar yönetenlerin, yani 30 yıl müddetle ülkenin ve milletin mukadderatına hükmedenlerin üçü de rütbeten paşa olup ilk isimleri Mustafa’dır.
Aynı şekilde, doğum tarihleri de birbirine yakındır: 1876, 1881, 1884. Bu arada, aynı ekip içinde aralıklı şekilde yer almış olan Mahmut Celal Bayar’ın doğumu 1883, ölüm tarihi ise 1986.
* * *
11 Kasım 1938’de Cumhurbaşkanı seçilen İsmet Paşa ise, M. Kemal’in damgasını taşıyan “Devrim Kànunları”nın yaklaşık 50 yıllık takipçisi ve uygulayıcısı olmuştur. İcraat müddeti, hayli uzun olmakla beraber, birinciye nisbeten daha zayıf ve kesintilidir. 1938-50 arasındaki dönemin "Tek Şef"idir. Bu yıllarda, hem Cumhurbaşkanı hem de CHP'nin Genel Başkanıdır.
1960 Darbesinden sonra 3-4 sene müddetle yine Başbakanlık yaptı. 1972’de ise, parti liderliğini Bülent Ecevit’e kaptırdı. Kongrede uğradığı bu yenilgi, onu partisinden de, siyasetten de küstürüp kopardı.
Kaderin garip bir cilvesi şu ki: Selefi olan M. Kemal ona dargın gittiği gibi, kendisi de Ecevit’e dargın ve kırgın gitti. Aynı durum, Ecevit ile halefi Baykal’ın da başına geldi.
İsmet Paşa ile halefi Bülent Ecevit