Yakın tarihimizde tam iki yıl arayla yaşanan iki hadiseden biri lehimize, diğeri aleyhimize tecelli etti. Yani, birinde kazancımız, diğerinde ise elim bir kaybımız var.
Kısaca; 1) Uzun yıllar Fransa’nın işgalinde kalan Hatay, 23 Haziran 1939'da Türkiye Cumhuriyeti Devletine dahil (ilhak) oldu. 2) Türkiye'nin en büyük denizaltı gemilerinden biri olan Refah isimli şilep, 23 Haziran 1941 gecesi Kıbrıs Adası açıklarında vurularak batırıldı. Faciâda 167 cânımız gitti.
Şimdi bu iki hadiseye biraz daha yakından bakmaya çalışalım.
Hatay Cumhuriyeti
Türkiye'nin en güney noktasındaki ili Hatay'ın Türkiye'ye ilhak kararı, esasen 2 Eylül 1938'de kurulan Bağımsız Hatay Cumhuriyetinin "Devlet Meclisi" tarafından verildi.
O tarihte, ömrü 9-10 ay kadar olan Hatay Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanı Tayfur Sökmen, Başbakanı Abdurrahman Melek, Meclis Başkanı ise Abdülgàni Türkmen idi.
Bu zevâtın öncülüğünde gerçekleşen "Türkiye'ye ilhak kararı"ndan tam bir ay sonra, TC'ye bağlı "Hatay vilayeti" kurulmuş oldu.
* * *
Tâ Yavuz Sultan Selim zamanında (1516) Osmanlı Devletinin hakimiyeti altına giren Hatay, 1918 yılı sonlarında Fransızların işgaline uğradı. Bu işgal, tıpkı İstanbul'un işgali gibi Mondros Mütarekesi’ne dayanılarak yapıldı.
Hatay'daki Fransız işgali, tam 20 sene müddetle devam etti. Ne var ki, işgalciler, birtakım zorbaca muamelelerine rağmen, halkın dinî yaşayışına yine de herhangi bir müdahale bulunmadılar. Meselâ, 1930'lu yıllarda Türkiye'de Muhammedî Ezanın okunması yasak iken, işgalci küffarın yönetimindeki Hatay'da serbest idi.
Aynı şekilde, Hatay'da 1939 yılına kadar camiler, medreseler açık, Kur'ân okunması serbest, Ramazan ayında oruca duyulan saygı en üst seviyede bulunuyordu.
* * *
Bu gerçekleri, o dönemi yaşayan canlı şahitlerden de dinledik.
Yakın tarihimizde yaşanan bu realite, bize şu hakikatin doğruluğunu bir kez daha teyid ve te'kid ediyor: "Münâfık, kâfirden daha eşeddir."
İsmi Refah, cismi fâcia
23 Haziran 1941’de “Refah Faciası”, aslında Türkiye'yi savaşa çekme manevrasıydı. Şükür ki, Cenâb-ı Hak devletimizi, milletimizi muhafaza etti de, savaşa girmedik. Her ne ise...
İkinci Dünya Savaşı’nın en kritik günlerinde, tahminen kırk yaşındaki bu denizaltı gemimizin batırılması sonucu, sahasında yetişmiş 167 insanımızın hayatına mal oldu... İş bu "Refah Fâciası"nın hazin hikâyesi ise kısaca şöyledir:
Türkiye'nin en büyük denizaltı gemilerinden biri olan Refah isimli şilep, 23 Haziran 1941 gecesi Kıbrıs Adası açıklarında vurularak batırıldı.
Şilebin içinde istikbâl vâdeden 200 insanımız vardı. Gemi mürettebatının dışında kalanların çoğu askerî uzman personeldi. Aralarında en iyi derecede yetişmiş denizci, havacı ve karacı subaylar vardı.
Bu kalabalık kadro, daha önceden İngiltere'ye siparişi verilmiş olan denizaltı ve uçak filolarını teslim almak üzere yola çıkmıştı. II. Dünya Savaşı’nın en hararetli günlerine denk gelmesi, yolculuğun doğrudan değil, Mısır üzerinden dolaylı şekilde yapılmasını gerekli kılıyordu.
Bu sebeple, yapılan hazırlıklardan sonra, gemi Mersin'den, Mısır'ın İskenderiye Limanına doğru hareket etti. Kıbrıs açıklarına vardığında ise, gemi dehşet uyandıran bir patlamayla sarsıldı. Zira, milliyeti meçhûl bir başka denizaltı tarafından torpido (patlayıcı ve imha edici bir sualtı silâhı) ile vurulmuştu. Aldığı fecî yara ile önce hızla su alan 102 metre uzunluğundaki Refah şilebimiz, bir süre sonra ikiye bölündü ve tahminen dört saat sonra da Akdeniz'in karanlık sularına gömüldü.
Bazı askerlerimiz ilk patlama esnasında şehit düşerken, yüz elliden fazla askerî personelimiz de gece karanlığında kurtulma çabası ile dalgalarla boğuşarak veya köpek balıklarına yem olarak vefat etti. Yaklaşık 30 kadar personel ise, muhtelif sebeplerle ve mu’cizevî bir sûrette kurtulma şansına sahip oldu.
Türkiye'ye maddî-mânevî çok ağır kayıplar verdiren bu büyük fâcianın faili uzun müddet meçhûl kaldı. Sonunda, şüpheler Fransızların üzerinde yoğunlaştı. Fransa da, bu işin ancak yanlışlıkla olabileceğini ileri sürerek, cinayeti bir yönüyle kabullenmiş oldu.
İki ülke arasında sürdürülen gizli pazarlıklar sonucu, Fransa, Türkiye'ye iki adet savaş gemisi vermeyi kabul etmek durumunda kaldı.
***
Bu büyük fâcia, öncelikle ve özellikle Alman-İtalyan ittifakı üzerine yıkılmaya çalışıldı. Bunda başarılı olunamayınca, bu kez Rusya'nın ismi telâffuz edilmeye başlandı. Üzerinde en az durulan husus ise: Bu saldırının niçin yapıldığı?..
Mantığa da ters düşmeyen en kuvvetli ihtimale göre, o tarihe kadar tarafsızlığını defalarca açıklayan Türkiye'yi savaşın içine çekmek ve Alman–İtalyan ittifakıyla karşı karşıya getirmek için, önceden kurgulanmış bir plândı bu.
Geminin sefer programından ve takip edeceği rotadan haberdar olan ülkelerin başında ise, o tarihte Kıbrıs'ın yönetimini de elinde tutan İngiltere geliyordu.
İngiltere Başbakanı Churchill, savaş süresince birkaç kez İsmet Paşa ile görüşmüş ve Türkiye'yi saflarına çekmeye çalışmıştı. Bu çabayı aralıksız sürdüren İngiltere, maksadına Ocak 1945'te nail oldu; ne var ki, büyük savaş, aynı sene içinde sona erdi. Türkiye, böylelikle savaşa fiilen iştirak etmedi, edemedi.
Öte yandan, Bediüzzaman Hazretleri de 1942'de telif etmiş olduğu "Ve'l-asr" Sûresinin cifrî-ebcedî tefsirinde, Anadolu'nun ve İslâm dünyasının fiilî harp sahası haline gelmeyeceğini, Müslümanların harp belâsından mahfuz kalacağını ifade ediyordu. (Kastamonu Lâhikası)