Hak ile kuvvetin sıklıkla yer değiştirdiği bir vetireden/süreçten geçiyoruz.
Hak, şüphesiz daima üstündür. Kuvvet, onun yerine geçmez ve geçmemeli.
Kuvvet, daima hakta olmalı, hukukta olmalı, kànunun elinde olmalı.
Ne var ki, bu dünyada, hususan şu zamanda bu hakikatli ölçülere riayet etmek bir hayli zorlaşmış durumda.
Zira, siyaset bu zamanda kizbe, yalana, dolana çok revaç vermiş. Doğruluk ise adeta can çekişiyor.
Siyaset topuzunu el geçirme ve elde tutmak uğruna her yol mübah sayılıyor; aynı şekilde, çok mukaddesat da fedâ ediliyor.
Dolayısıyla, eline “siyaset topuzu” denilen o şaibeli kuvveti geçirenler, hak-hukuk ölçüsünü bir yana bırakarak, ekseriyetle kendinden olmayan, yahut saltanatına destek vermeyen hemen herkesi hedef tahtasına koymayı adet haline getiriyor.
Toplumu ayrıştırıp kutuplaştırmaya çalışıyor. Vatandaşları kategorize ediyor. Dahası, kendi tarafında olmayan hemen herkesi düşman gibi görmeye başlıyor.
Bu sebeple, başkasını damgalamaktan çekinmiyor: “Sen şucusun, sen de bucusun. Sen falanın kuyruğuna takılmışsın, sen de filanın kuyruğuna takılmışsın. Bize karşı olduğuna göre, demek ki hainlerle işbirliği içine girmişsin. Vesaire...” şeklindeki nakaratlar, bu kutuplaştırma illetinin bir göstergesidir.
* * *
Hak daimî, kuvvet ise geçicidir.
Hakka dayananlar, her zaman huzur içinde yaşar. Kuvvete dayananlar ise, daimî bir huzursuzluk içinde olur.
Çünkü, günün birinde o kuvvetin elinden çıkacağını, başkasının eline geçeceğini düşünür. Bu yüzden huzuru kaçar, hâkimiyeti müddetince korku ve tedirginlik içinde yaşar.
* * *
Evet, zulmün ömrü kısa olduğu gibi, kuvvete dayanan iktidarların ömrü de kısa olur.
Yalnız, o iktidar gücüne destek veren, onun devamı için gayret gösterenler canla-başla ve özellikle ihlâsla çalıştıkları ölçüde, o iktidarın ömrü de uzun olmaya namzettir.
Zira, kuvvet, hem hakta, hem de ihlâstadır. Hak yok, ihlâslı çalışmak varsa, kuvvete dayanan bir iktidar, ömür sürmeye yine devam eder.
Şu var ki: Bir iktidar, zulme girdikçe ve mâsumların hakkını-hukukunu çiğnedikçe, kendi ömrünü de kısaltıyor demektir. Kader, uzun ömürlü olmasına müsaade etmez.
Hani, belki bir müddet öyle güçlü-kuvvetli gider; sanki hiçbir tehlike yokmuş gibi de davranır; ancak, vahim âkıbet kaçınılmaz olur.
Böyle vahim âkıbetlerin dünya tarihinde sayısız örnekleri var. Hitler ve Mussolini, 6 yıl süren 2. Dünya Harbinin ilk yarıdaki galibiydiler. İlk yarıdan sonra alenen zulme bulaştılar. Askerî hedeflerin dışında sivilleri de vurmaya, kadın-çocuk demeden mâsumları da katletmeye başladılar. İşte, bu merhaleden sonra kuvvet dengesi onların aleyhine döndü ve gayet korkunç şekilde sonlarını getirdi.
Şu kudsî hakikati de unutmamalı kı, denilmiş: "Zalim Allah'ın kılıcıdır, onunla önce intikam alır, sonra da ondan intikam alınır."
Hem âyet, hem de rivâyetle tahkim edilen bu hakikatli sözden aldığımız ilhâmla, biz de bir zamanlar şu mısraları dile getirmiştik:
Zulmetme vatandaşına,
Belâ açılır başına,
Bir zalim çıkar karşına,
O da sana çatar bir gün.
Zulme bulaşan bir kuvvetin en dehşetli zararlarından biri de şudur: Elinde kuvvet olan kişi veya zümre, o kuvvetin topuzu ile muhalifleri hakkında kumpas kurarak suç icat etmeye yönelir; ardından da, merhametsizce cezalandırma cihetine gider.
Cenâb-ı Hak, bizleri zalimin ve zulmün her çeşidinden muhafaza eylesin.
***
RUZNÂME
15-25 Aralık 1055
Kur’ân’a bayraktarlık şerefi
Sultan Tuğrul Bey, 1055 senesinin 15-25 Aralık günlerinde I. Bağdat Seferini başarıyla tamamladı.
Aynı zamanda Hilâfet merkezi olan Bağdat'ı kansız bir fütûhât ile başında bulunduğu devlete, Selçuklu Devletine bağladı.
Bağdat, o tarihte Abbâsilerin elinde bulunan Hilâfetin merkeziydi. Halife ise "İslâmın bayraktarı" sıfatıyla Sultan Tuğrul isminin hutbede okunmasını emretmişti.
Burada bahsini ettiğimiz bu tarihî hadise, Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin Mektûbât isimli eserinin “26. Mektup” bölümünde zikri geçen şu ifadelerle birebir örtüşüyor:
Ey ehl-i Kur'ân olan şu vatanın evlâtları!
Altı yüz sene (Osmanlı devrinden) değil, belki Abbâsîler zamanından beri bin senedir Kur'ân-ı Hakîmin bayraktarı olarak, bütün cihâna karşı meydan okuyup, Kur'ân'ı îlân etmişsiniz. Milliyetinizi, Kur'ân'a ve İslâmiyete kal'a yaptınız. Bütün dünyayı susturdunuz, müthiş tehâcümâtı def' ettiniz..."
***
@salihoglulatif: Risâle-i Nur’u güya “devlet himayesi”ne aldığını iddia eden iktidar partisi ve ona her türlü desteği veren mübarekler zümresi, o partinin yayın organlarında Üstad Bediüzzaman’a olmadık iftiralarla saldıran edepsizler hakkında acaba ne düşünüyor?