Yakın zamanda yaşanan sarsıcı hadiseler bir kez daha gösterdi ve şunu ispat ederek ders verdi ki: “Cenâb-ı Hakk’ın rızası ihlâs ile kazanılır; kesret-i etbâ’ ile ve fazla muvaffakiyetle değil.” (20. Lem’a-yı İhlâs)
Evet, “Demek hüner, kesret-i etbâ’ ile değildir. Belki hüner, rızâ-yı İlâhîyi kazanmakladır. Sen neci oluyorsun ki, böyle hırsla ‘Herkes beni dinlesin’ diye, vazifeni unutup vazife-i İlâhiyeye karışıyorsun? Kabul ettirmek, senin etrafına halkı toplamak Cenâb-ı Hakk’ın vazifesidir. Vazifeni yap, Allah’ın vazifesine karışma.” (age)
* * *
Gözümüz önünde cereyan eden çarpıcı hadiseler bize gösterdi ve bir kez daha ispat etti ki: Zaman şahsiyet ve enaniyet zamanı değil.
“Şahıs ne kadar dâhî ve hattâ yüz dâhî derecesinde olsa, bir cemaatin mümessili olmazsa, bir cemaatin şahs-ı mânevîsini temsil etmezse, muhâlif (meselâ zındık) bir cemaatin şahs-ı mânevîsine karşı mağlûptur.” (Mektubat, s. 425)
İman-Kur’ân dâvâsı için şahıs merkezli olarak yola çıkan, bir şahs-ı mânevî şeklinde hükmeden dalâlet cereyanına karşı peşînen mağlûp demektir.
* * *
Cereyan eden çalkantılı hadiseler bize gösterdi ve bir kez daha ispat etti ki: Dahildeki ihtilâfın, çekişmenin, keşmekeşin kazananı yoktur. Çekişme ve didişmeler, mevcut kuvveti kaybettirir. Tarafları zaafa düşürür. Şevksizlik, moralsizlik aşılar.
Evet, dahilde ihtilâfı körükleyen taraflardan hiçbirinin kazançlı çıktığı şimdiye kadar görülmüş değil. Sadece uğradıkları zararın nisbeti, oranı değişiyor; o kadar.
Darbe fırsatçıları ve mağdurları
15 Temmuz Darbesi, kimi maskeli herifin ne mal olduğunu açıkça ortaya serdiği gibi, kimi alçağın nasıl bir fırsatçı olduğunu da örtülü şekilde ortaya koymuş oldu.
Bayram günleri boyunca, istisnasız bayramlaştığımız her yerde yakînen gördüğümüz, tesbit ettiğimiz, yahut bizzat şahit olduğumuz bir acı gerçeği de burada belirtmek istiyorum.
Karşılaştığımız hemen herkesin bir, ya da birkaç yakını “15 Temmuz’un mağduru” olmuş durumda. Üstelik, çoğu ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmiyor, bilemiyor.
Gerek özel sektörden, gerekse resmî kurumlardan atılan, meslekten ihraç edilen, açığa alınan, hapiste yatan, lisansı iptal edilen, vesairenin haddi-hesabı yok.
Tahkik ettiğimiz kadarıyla, bunların bir kısmının Gülen Hareketiyle (veya PKK ile) uzaktan yakından bir ilgisi yok. Hatta bunlardan nefret ediyorlar. Bazılarının geçmişte bir gönül bağı oldu ise de, son yıllarda gitgide zayıflamış ve 15 Temmuz’dan sonra tamamen kesilmiş durumda.
Netice itibariyle, herkesin şu gerçeği kabul ve ona riayet etmesi lâzım: Hükümet ele bakar, kalbe bakmaz, bakamaz. Kalbe, hatta fikre bakarak kişiyi cezalandıramaz. Esasen, bir fikir, cezalandırma yöntemiyle ortadan kaldırılamadığı gibi ıslâh da edilemez. Ceza için, mutlak sûrette menfi bir “fiil”in sudûr etmiş olması lâzım.
Aynı şekilde, birinin hatasıyla bir başkası mes’ul tutulup cezalandırılamaz. O başkası, isterse kardeşi veya en yakın bir akrabası olsun.
Şimdiki durum, maalesef hiç de iç açıcı görünmüyor. Ama, gelecek adına yine de karamsar değiliz. İnşaallah hak yerini bulacak diye ümitvar oluyoruz.
@salihoglulatif: 12 Eylül Komitesi, özellikle 1983’ten itibaren Müslüman Kürtleri aldatıp kullanmak için Öcalan'ı; Müslüman Türkleri aldatıp kullanmak için de Gülen'i kurgulayıp destekledi.1984’ten itibaren yeniden parlayan Gülen ve Öcalan liderliğindeki örgütler büyüdükçe, devreye dünyanın başka kirli-karanlık elleri de girip onlardan istifadeye çalıştı.