Bundan 91 sene evvel bugün (16 Mayıs 1926) gurbet elde vefat eden son padişah Sultan Vahdeddin’in şöyle bir vasiyeti vardı: "Emr-i Hak vaki olduğunda, naaşım vatan toprağında gömülsün isterim. Bu mümkün değilse şayet, hiç olmazsa ahâlisi Müslüman bir beldede defnedin beni."
Ne var ki, İtalya’da yoksulluk içinde vefat eden Son Sultan’ın tabutu, aile borçları sebebiyle “hacizli” idi ve oranın kànunlarına göre hiçbir yere götürülemiyor, hatta gömülemiyordu. Yani, öncelikle haczin kaldırılması gerekiyordu. Bu vaziyet ise, “ölümden de beter” bir acı ve keder veriyordu, o asîl aile efrâdına...
Şimdi, o tarihten 6-7 sene öncesine giderek, “acı son” ile biten “hacizli tabut” hikâyesine bakalım.
Tevâfuklu ölüm
Anadolu'da bir millî mücadele harekâtının başlatılmasını şiddetle arzuladığı zaman içinde daha iyi anlaşılan talihsiz padişah Sultan Vahdeddin, ne gariptir ki, bu maksatla bir subay heyetini Anadolu'ya gönderdiği aynı günün (16 Mayıs 1919) yıldönümünde vefat etti: 16 Mayıs 1926.
Sultan Vahdeddin'in izniyle Samsun'a gidecek olan 19 kişilik “Osmanlı paşaları” heyeti, Bandırma Vapuru (!) ile yola çıktı.
Bu heyetin Anadolu'ya gönderiliş maksadı, bilhassa Müslümanlarla Rumlar arasında yer yer şiddetlenen çete savaşlarını durdurmak, isyanları bastırmak, ağır silâhları toplamak ve Mondros Mütareke şartları gereğince güvenliği sağlamaya çalışmak idi. Bu gaye ve maksatla Anadolu'ya gönderilen heyetin başında, "Padişahın Yaveri" sıfatıyla 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal bulunuyordu.
Sultan’ın izni; İngiliz’in vizesi
M. Kemal Paşa, Sultan Vahdeddin'in izni ve resmî onayı olmadan, kendi başına hareketle Anadolu'ya gidemezdi. Asla ve kat’a.
Aynı şekilde, bu görevlendirmeye İngiliz İşgal Komiserliğinin vizesi olmadan, yine herhangi bir vapurla İstanbul Boğazından geçerek Karadeniz'e doğru yol alamazdı.
Zira, o tarihte Boğazlardan geçecek bütün gemiler, işgalci İngiliz askerleri tarafından hem kontrol ediliyor, hem de vize işlemleri yapıldıktan sonra salıveriliyordu.
Nitekim, M. Kemal'den tam bir ay önce yola çıkan ve 19 Nisan'da Trabzon'a ayak basarak düzenli ordularla Millî Mücadele hareketini başlatan Kâzım Karabekir, kendisinin bindiği geminin de Harem açıklarında aynı muameleye tabi tutulduğunu ve bilhassa silâh–mühimmat kontrolünün titizlikle yapıldığını ifade ediyor. (Bkz: Hatırat/Günlükler)
Karabekir Paşa, ayrıca kendisi dahil olmak üzere Anadolu'ya vazifeli olarak gönderilen Osmanlı paşalarıyla Sultan Vahdeddin'in bizzat görüştüğünü ve vatanın işgalden kurtarılması için gayret göstermeleri tavsiyesinde bulunduğunu söylüyor. İngiliz siyasetinin baskısı ve tahakkümü altında olan Padişah, bu yöndeki ümit ve temennilerini, haliyle gizli şekilde yapmak durumundaydı.
O günlerin son derece kritik, kırılgan ve olağan dışı şartlarını nazara alarak gelişmeleri değerlendirmek icap ediyor. Aksi halde, hataya düşmek ihtimali fevkalâde yüksek görünüyor. Her ne ise...
Haczin kaldırılması
1922 yılı Kasım ayı ortalarında anavatanından ayrılmak mecburiyetinde kalan son Osmanlı padişahı Sultan Vahdeddin, 16 Mayıs 1926'da İtalya'nın sâhil şehri San Remo'da vefat etti.
Yıllar yılı hainlikle de suçlanan Sultan Vahdeddin, diyâr-ı gurbette yokluk ve yoksulluk içinde yaşadı. Kendisi ve ailesi, sürgün olarak bulunduğu ülkenin insanlarına epeyce borçlanmış durumdaydı.
Bu borçlar, onların mirası üzerinde kurulan yeni Türkiye devletinin hükümeti tarafından ödenmesi gerekiyordu. Ne var ki, hiç ama hiç oralı olunmadı. Bundan dolayı, son padişahın cenazesi bir süre orta yerde kala kaldı. Zira, üzerinde “haciz” vardı. Alacaklılar, tedbiren haciz koydurmuştu. Tarihiyle ve ecdadıyla "sözde iftihar" eden Türkiye'nin o günkü yöneticileri, ne yazık ki eski padişahın cenazesine dahi sahip çıkmamışlardı. Halen de hakkıyla sahip çıkmış değiller.
* * *
Öte yandan, 65 yaşında vefat eden Sultan Vahdeddin'in mezar yeri için şöyle bir vasiyeti vardı: "Ölürsem, cenazem vatan topraklarında gömülsün isterim. Şayet bu mümkün değilse, beni hiç olmazsa halkı Müslüman olan bir beldede defnedin" diyordu.
Bu meyanda en çok istediği yer ise, Şâm-ı Şerif ve buradaki Selâhaddin-i Eyyübî Türbesi civarı idi.
Onun bu vasiyet ve arzusu aynen değil de, kısmen tahakkuk etti. Devreye giren Suriye Devlet Başkanı Ahmet Nami, cenaze üzerindeki haczi kaldırdı ve eski padişahın tabutunu Şam'a getirtti.
Sultan'ın cenâzesi, tamamen dolu durumdaki Eyyübî Türbesi yerine Sultan Selim Camiî haziresine defnedildi. Mezarı, halen aynı yerde olup ziyarete açıktır.
* * *
Sultan Vahdeddin, şayet-hâşâ ki-vatan haini biri olsaydı, hudut harici edildiğinde, isteseydi ömür boyu kendisine ve aile efradına yetecek kadar bir hazineyi pekâlâ yanında götürebilirdi. Ama, asla öyle bir zillete tenezzül bile etmedi. Dolayısıyla, ona “hain” damgasını vuranların ihanetinden şüphe edilmesi gerekir. Rahmetullahi aleyh...