Şevk ve heyecan ne kadar güzel ve faydalı ise, kin ve intikam duygusu da o kadar çirkin ve zararlıdır.
Muhakemeyi daraltan sosyal gerilimler, genellikle kin, intikam, husûmet, tarafgirlik gibi yakıcı duygularla beslenerek tırmanışa geçer.
Gerilim tırmandıkça da, akıl melekesi zayıflar, muhakeme gücü takattan düşer, buna bağlı olarak fikirler sathîleşip sığlaşmaya yüz tutar.
Özelde Türkiye’nin, genelde ise âlem-i İslâmın halihazırdaki durumu ne yazık ki bu minvâl üzere gidiyor.
Özetle: İhtiyaca göre fikir üretmek yerine, taarruz taktiklerini geliştirmek. Sıkıntılara bir çare-çözüm bulmak yerine, vurucu-kırıcı taraftar kazanmaya çalışmak. Sulha, barışa zemin hazırlamak yerine, topyekûn saldırı için yeni müttefikler arayışına girmek. Vesaire...
* * *
Tarafgirlik hastalığına yakalanmış kimseler, konuşanı dikkatle dinleyip aslında ne demek istediğini anlama zahmetine katlanmaz. Konuşanı, daha çok “Acaba kimi tutuyor? Acaba hangi tarafa destek veriyor?” zannı, vehmi, şüphesi veya peşin hükümlülüğü ile dinler.
Keza, tarafgirlik marazına müptelâ olmuş kimse, meselâ eline aldığı bir gazetenin muhtevasına, yayın politikasına, makalelerdeki yorumlara bakıp anlamaya çalışmak yerine, hemen manşetine veya haber başlıklarına bakarak ona göre hüküm veriyor ve ona göre tavır takınıyor.
İşte, bu tarz hüküm veya tavırlar, aslında fikrin ne derece sığlaşıp basitleştiğini, muhakemenin ne ölçüde daralıp sathileştiğini gösteriyor.
Çünkü, tansiyon yükselmiş, gerilim tırmanışa geçmiş, sosyal kutuplaşma hadd-i vasatı aşmış da ondan oluyor bütün bunlar.
* * *
Gelinen bu nokta, hiç de ideal, sağlıklı veya arzu edilir bir durumu yansıtmıyor.
Yansıyan şey, bağnazlıktır, fanatizmdir, radikalizmdir.
Bunun ne sahibine, ne başkasına bir faydası olur. Her yönüyle zarar, her yönüyle hasar.
Dolayısıyla, fert ve toplum olarak, bu fâsid daireden çıkıp kurtulmamız gerekir. Birbirimizi dikkatli şekilde dinlemeli ve medenice anlamaya çalışmalıyız.
Başka türlü olmaz, olamaz.
Fikir, ancak bu şekilde gelişip serpilir. Muhakeme gücü, ancak bu tarzda inkişaf eder. Vicdan terazisi, ancak bu denge içinde düzgün çalışır. Huzur ve asayiş, ancak bu vasatta temin edilebilir. Sahip olduğumuz köklü ve kalıcı değerler, ancak bu sûretle gelecek nesillere intikal ettirilebilir.
* * *
Sathî nazar, peşin hüküm, tarafgir tavır, bağnazca tutum, emin olun zaman içinde bunları taşıyanı, bunlarla amel edeni de yandırıp rahatsız etmeye başlar. Kişiyi yaptığından pişman ettirir. Kafasına vura vura “Keşke öyle yapmasaydım. Keşke şöyle davranmasaydım” dedirtir.
İşte, böylesine teessüfler yaşamamak ve böylesine nedâmetlere dûçâr olmamak için, gelişmeleri daima itidâl ve sükûnet-i hâl ile karşılamalı.
Aynı şekilde, muhatabımızı da saygı âdâbı içinde pür dikkat dinlemeli, maksadını hakkıyla anlamaya çalışmalı ve ondan sonra iştirak, yahut mukabelede bulunma cihetine gitmeliyiz.
Başka türlü bir hareketin ne kendimize bir faydası olur, ne başkasına, ne de hayatımızı adadığımız esas dâvaya...
Evet, ilim ve irfan, dikkat ve merakla okuyup dinleyerek öğrenmeyi iktiza ettiği gibi, edep ve âdâp da aynı hal ve hareket ile davranmayı gerektirir.
Vasat olan, dengede tutan iş, emir, amel budur; bunun dışına çıkanlar ise, serâpa zarar veren ifrat ile tefrit arasında bocalayıp durmaktan kurtulamaz.
O halde, sathîlik batağına ve basitlik çukuruna düşmemek için, âzamî derecede sabır, sükûnet, dikkat ve teenni ile bakmalı, duymalı, muhakeme edip tartmalı ve ona göre harekete geçip gerekeni yapmalı. Aksi halde, gereksiz olanı yapma hatasına düşme ihtimali var.
GÜNÜN TARİHİ / 20 Ocak 1921
Geçici Anayasa niyetine...
Sekiz ay evvel Ankara’da teşkil olunan Millet Meclisi tarafından 20 Ocak 1921’de “Teşkilât-ı Esâsiye Kànunu” ismiyle bir kànunlar paketi kabul edildi. Aynı zamanda, geçici bir anayasa hüviyetinde olan bu kànunlar manzumesi, yekûn 23 temel maddeden müteşekkil idi.
Meclisin kabul ettiği 85 sayılı bu kànun maddesi, esasen ileride hazırlanacak olan yeni bir Anayasanın adeta çerçevesini şekillendiriyordu.
1923'te kısmî değişikliğe uğrayan ve 1924'e kadar bir nevi Anayasa işlevini de gören “Teşkilâtı Esâsiye Kànunu"nu, eskiden olduğu gibi günümüzde de "Anayasanın tâ kendisi" şeklinde yorumlayanlar olmuştur. Fakat, bu iki şey birbirinin aynısı olmadığı gibi, gayrısı da değildir. Aralarında daha ziyade usûl ve esaslar itibariyle bazı benzer ve farklı noktalar var.
@salihoglulatif: Bu zamanda, dahilde fiilî çatışmayı ısrarla savunan bir kimse ile fikrî müzakereyi sürdürmenin müsbet bir netice verdiği ne yazık ki vaki değil.