Beşerî iktidarlar, ne kadar güçlü ve sağlam görünürse görünsün, yine de inkıraza, yıkılmaya mahkûmdur. Zira, gelmeleri gibi, gitmeleri de mukadderdir.
Tarihe damgasını vurmuş güçlü hükümetlerin çoğu, günün birinde kendi sonunun da geleceğini düşünmemiş, yahut düşünmek istememiş olabilir.
Ancak, bu durum, onların da vahim âkıbetini değiştirmemiş. Bu değişmez hakikatin, tarihte sayısız örneklerine rastlamak mümkün.
* * *
Dünkü iktidarlar gibi bugünkü siyasî iktidar da gitmeyi hiç düşünmüyor. Dahası, bugünkü iktidarın düşmesini “dinin düşmesi, yıkılması” şeklinde yorumlayanlar var.
Tıpkı, Sultan Abdülhamid devrindeki telâkkinin bir benzeri gibi: “Abdülhamid yıkılırsa, şeriat yıkılır.”
İyi de, hükümet ve saltanatların yıkılmaması gibi bir ihtimal yok ki...
Hem, gitmeyi düşünmemekle netice hiç değişmiş midir?
İktidara gelenler, bir gün de illâ ki giderler. Olmaz olmaz demeyin; olur olur... Hem, ne demişler: "Olur ev yıkanın hânesi virân."
* * *
Mâzi sayfasına bakıldığında, hiç olmaz denilen, hiç beklenilmeyen bazı gelişmeler, hiç umulmadık şekilde öyle bir oluvermiş ki, görenler şaşırıp hayretler içinde kalmışlardır. "Değişim" kaidesi hiç değişmedi, bundan sonra da değişmeyecek.
Bunu, herkes olduğu gibi kabul etmeli. Dolayısıyla, hazırlığını ona göre yapmalı, tedbirini de ona göre almalı. Bilhassa seçimle gelenler, seçimle gitmeyi de içlerine mutlaka sindirebilmeli. Ne var ki, gitmeyi hiç düşünmeyen, gitme ihtimalini hiç hesaba katmayan hükümetler, bu noktada vahim bir sindirim bozukluğu yaşarlar. Yerine başkasının gelmesini asla kabullenmezler, içlerine sindiremezler. Ancak, mukadder âkıbet değişmiyor, yine de değişmez.
Daha evvelkiler gibi, bu hükümet de mutlak surette dağılıp gidecek, yerine bir başka partinin kabinesi gelip oturacak. Değişen tek şey, hükümetlerin mukadder ömürlerinin kısalığı-uzunluğudur.
Burada nazara vermeye çalıştığımız ölçü, münhasıran halihazırdaki hükümet için değil, beşerî bütün sistemlerdeki bütün hükümetler için geçerli.
Tarihten bazı örnekler
Mısır'ın ilâhlık dâvâ eden firavunu II. Ramses, günün birinde Kızıldeniz'de boğulup gideceğini aklına hiç getirmediği gibi, yıkılmaz zannettiği saltanatının da kısa sürede tarûmar olacağını asla düşünmemişti.
Asur Kralı Nemrud, Hz. İbrahim'i (as) ateşe atacak kadar azgınlaştığı günlerde, bir topal sineğin, kulağından beyin kıvrımlarına doğru uzanan karanlık tünelde sıkışıp cızırtılar çıkararak, hem kendisinin, hem de iktidarının sonunu getireceğini, aklından hayalinden bile geçirmiş değildi.
Ama, olmaz zannedilen şeyler oldu ve en ceberrut hükümetlerin yıkılışı, en umulmadık şekilde gelişti: Firavun'un karşısına, kendi sarayında yetişen Hz. Musa (as) dikildi; Nemrud'un karşısına ise, hemen yanıbaşındaki İbrahim Aleyhisselâm çıkarıldı.
Örneklerin tamamı bu derece çarpıcı olmasa da, yıkılmaz zannedilen en kuvvetli iktidarların bile, değişik sebeplerle nihayet bulduğu, tarihin kayıtlarında mebzul miktarda mevcuttur.
* * *
İslâm’dan evvel olduğu gibi, İslâm tarihinde de yıkılış ve çöküşlerle ilgili çarpıcı misâller var.
Emeviler ve Abbasiler gibi, kudretli Selçuklu ve Osmanlı devletleri de hiç umulmadık, hiç hesap edilmedik şekilde ömürlerini tamamlamışlardır. Ayrıca, kendi içlerinde saltanat tebeddülü pek vâki' olmamakla beraber, sadâret/hükûmet değişikliğinin ise, haddi hesabı yoktur.
Osmanlı'nın son dönemini misâl verecek olursak, şunları söylemek mümkün: En büyük cihan devletini otuz yıl âdeta tek başına yöneten Sultan Abdülhamid, bir gün mutlaka öleceğini bilmiş ve buna kesin inanmıştır; ama, kendi emri altındaki subay ve diplomatları tarafından iktidardan düşürülüp halledileceğini rüyâsında görmüş olsa bile, buna hiç inanmamıştır.
Gariptir, kudretli padişah Abdülhamid gibi, azametli devlet Osmanlı'nın sonunu da, yine yabancılar değil, kendi öz paşaları, zabitleri, diplomatları getirmiştir.
Kezâ, kendisine muhalif olanları en kanlı komitacılık oyunlarıyla diskalifiye eden İttihat-Terakki hükümeti, kendine çok uzun bir ömür biçtiği halde, borularını ancak on yıllık bir sürede öttürebilmişlerdir.
Turancılık hayalleriyle, tâ Orta Asya bozkılarına kadar gidip uzanan bu maceraperest hükümet, on yıl içinde ülke topraklarını yirmiden bire indirdikten başka, kendi sonlarını da getirdiler ve ülkeyi gizlice terk edip canlarını zor belâ kurtardılar.
İşte, olmaz denilen vak’aların nasıl olduğunu, yıkılmaz denilen iktidarların nasıl da yıkılıp gittiğini gösteren, kendi tarihimizden birkaç örnek.
* * *
Aynı gerçeğin yakın tarihimizde de birçok misalleri var. Bozulmuş İttihat ve Terakki'nin Cumhuriyet dönemi versiyonu olan Halk Partisi, hiç rakip bilmez, muhalefet tanımaz şekilde, bu ülkede tam yirmi yedi sene (1923-1950) bir "devr-i istibdat" sürdü. Sonra, hiç umulmadık şekilde milletten unutulmaz öyle bir şamar yedi ki, yetmiş yıldır hâlâ kendine gelebilmiş ve tek başına iktidar olabilmiş değil.
Medeni dünyada boy göstermeye başlayan parlak realite şudur: Millet devlet için değil, devlet millet için lâzım ve bilâ kayd û şart devlet milletin hizmetinde olmalı... Buna göre, millete dayanmayan, asıl gücünü milletin hür iradesinden almayan hükümetler, belki bir daha dirilmemek üzere tarihin mezarlığına gömülürler.
Olur mu, olur. Bazılarının aklına, hayaline sığışmaması, olmayacağını göstermez. Hal ve istikbal platosundaki siyasî gelişmeleri daha iyi görüp anlayabilmek için, mâzi derelerinde bol miktarda görülen benzer vakıaları hatırlayıp analiz etmekte fayda var.