Son askerî darbenin üzerinden 35 sene (!) geçti.
Dün Tahsin Şahinkaya’nın ölümüyle birlikte, beş kişilik darbe cuntasından yaşayan, hayatta olan kimse kalmadı.
Sadece darbeci gaddarlar değil, darbeye mâruz kalan siyasî liderlerden de hayatta olan kimse kalmadı.
Darbenin 35. senesi, bu açıdan da mânidar olsa gerek.
Tarafları kısaca da olsa hatırlamakta fayda var.
Kenan Evren: Genelkurmay Başkanıydı. 9 Mayıs 2015’te öldü.
Nurettin Ersin: Kara Kuvvetleri Komutanıydı. 3 Ekim 2005’te öldü.
Tahsin Şahinkaya: Hava Kuvvetleri Komutanıydı.
Nejat Tümer: Deniz Kuvvetleri Komutanıydı. 29 Mayıs 2011’de öldü.
Sedat Celasun: Jandarma Genel Komutanıydı. 17 Temmuz 1998’de öldü.
(Bu arada, 12 Eylül Darbecilerinin Başbakanlık makamına getirmiş olduğu emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı 92 yaşındaki Bülent Ulusu’yu da hatırlatmış olalım.)
Siyasî parti liderleri
12 Eylül Darbesi yapıldığı esnada Meclis’te grubu bulunan siyasî partilerin liderleri de vefat edip gittiler. Sıralayacak olursak...
Süleyman Demirel: AP Genel Başkanı ve Başbakan idi. 17 Haziran 2015’te vefat etti.
Bülent Ecevit: CHP Genel Başkanı ve anamuhalifet lideriydi. 5 Kasım 2006’da vefat etti.
Necmettin Erbakan: MSP Genel Başkanı idi. 27 Şubat 2011’de vefat etti.
Alparslan Türkeş: MHP Genel Başkanı idi. 4 Nisan 1997’de vefat etti.
Siyasîler cezalandırıldı
Darbe Cuntası, demokratik siyaset yoluyla vatana-millete hizmet etmeye çalışan siyasetçilerin hemen tamamını keyfî bir şekilde cezalandırdı.
Yukarıda ismi zikredilen parti liderleri başta olmak üzere, yüzlerce siyasetçiye—toptancı bir anlayışla—beşer ve onar yıllık cezalar keserek onlara siyaset yasağı getirdi.
Bu yasak, 1987’deki referandumla—Başbakan Özal’ın vargücüyle karşı koymasına rağmen—yüzde elliyi kılpayı geçen bir oy oranıyla kaldırılmış oldu.
Üç türlü hesaplaşma
Tahsin Şahinkaya, TİME dergisi tarafından dünyanın en zengin 50 generalinden biri olarak gösterilmişti. Mal varlığının yaklaşık 20 milyar dolar olduğu ve bu servetin 1980 sonrası F-16 uçaklarının alımında yaşanan rüşvetle elde edildiği iddia edilmişti.
Şahinkaya, bu iddiaları reddetti. Lâkin, mesele hukuk zemininde bir türlü ele alınamadı.
Tıpkı, içinde yer almış olduğu darbenin hesabı görülemediği ve açılan temyizdeki mahkeme neticesinin alınamadığı gibi.
Sadece Şahinkaya değil, yüz binlerce, hatta milyonlarca insanın hakkına-hukukuna giren darbe cuntasının diğer üyeleri de yaptıklarının hesabını veremeden gittiler.
* * *
Bunlar ve benzerleriyle hesaplaşma üç şekilde olur.
Birincisi:
Çoğu darbelerin bir siyasî hedefi var. Bu noktada, onlarla siyaseten hesaplaşma cihetine gidilir. Devirmiş oldukları siyasî partiler, ilk fırsatta yeniden toparlanır, hukuk ve demokrasi zemininde mücadelesini verir, elinden zorla alınan haklarına yeniden kavuşur. Bu sûretle, darbecilerle bir hesaplaşma vaziyeti sağlanmış olur ki, hesaplaşmanın bu yönü yarım kaldı. Darbe tasarrufu olan anayasa, bir türlü devre dışı edilemedi; yerine sivil ve demokratik bir anayasa hazırlanamadı.
İkincisi:
Darbecileri, bu dünyadaki mahkemelerin huzuruna çıkarmak ve onlardan yaptıklarının hesabını sormak. 12 Eylül Darbecileri, emir kullarına hazırlatmış oldukları anayasa metnine, ne yaparlarsa yapsınlar, kendilerinden hesap sorulamayacağı, hiçbir şekilde mesul tutulamayacakları ifadeleri de serptirmişlerdi. Onlar, aynı zamanda anayasanın kurucuları konumundaydılar. Anayasalarını kaldıramayan bir Meclis iradesi, usûlen onları mahkemeye çekse bile, darbenin hesabını soramaz, bundan dolayı onları cezalandıramaz.
Üçüncüsü:
Mahkeme-i Kübrâ’da hesaplaşmak. İşte, darbecilerle işimiz daha çok buradaki hesaplaşmaya kaldı. Bundan kaçış, bundan kurtuluş elbette ki mümkün değil.
Zaten, bizlerin de en büyük tesellisi bu değil midir?
Yazının sonunu, 10. Söz olan Haşir Risâlesi’ndeki şu ifadelerle bağlayalım: "Zalim izzetinde, mazlum zilletinde kalıp buradan göçüp gidiyorlar. Demek, bir mahkeme-i Kübrâya bırakılıyor."
@salihoglulatif: Tahsin Şahinkaya’nın ölmesiyle birlikte, bu dünya mahkemelerinde hesaplaşamayan darbeciler ile darbeye mâruz kalan siyasî liderlerden hayatta olan kimse kalmadı. Böylelikle, iş büyük ölçüde Mahkeme-i Kübrâ’ya kaldı.