Almanya İmparatoru Bismark’ın girişimleriyle, 13 Temmuz 1878'de imzalanan ve Ayastefanos’un şartlarını kısmen hafifletip Osmanlı’nın lehine çeviren Berlin Antlaşması, Rusya ve İngiltere’nin pek hoşuna gitmese de, bunu kabullenmek durumunda kaldılar.
Ne var ki, İngiltere, bu anlaşma öncesinde, Osmanlı Devleti nezdinde birtakım teşebbüslerde bulundu ve gayet sinsice bazı şartları ileri sürdü.
İşte, ileri sürülen o şartların en ağır olanı Kıbrıs Adası’nın istenmesiydi. İngiltere, adanın mülkiyeti Osmanlı'da kalmak üzere, buranın yönetimine talip oldu. Talipliğin ötesinde, zayıf durumdaki Osmanlı hükümetine şu dayatmada bulundu: Kıbrıs'ı vermezseniz, size değil Rusya'ya yardım ederiz. Böylelikle, Batum, Kars ve Ardahan'a ilâveten, bilhassa Ermenilerin meskûn olduğu yeni bazı vilayetleri de kaybetmek durumunda kalırsınız.
Osmanlı hükümeti, asırlarca dost elini uzattığı İngiltere'nin bu dayatmasına boyun eğmek ve isteklerini kabul etmek durumunda kaldı. Kıbrıs'ın idaresini, kerhen de olsa İngiltere'ye verdi.
Adayı işgal eden İngiliz kuvvetleri, yıllar sonra Birinci Dünya Savaşı’nın çıkmasıyla birlikte, Kıbrıs'ın toprak mülkiyetini de ilhak etti.
Sinsî İngiliz Siyaseti
Tarih boyunca Türklerin, Osmanlıların ve hemen bütün Müslüman kavimlerin İngilizlere hep yardımı olmuş ve faydası dokunmuştur. Ancak, İngilizler ve İngiltere bunun tam tersini yapagelmişlerdir.
Evet, Müslüman devletlerin çoğu, İngiltere'ye hep "dost ülke" nazarıyla bakmışlardır. İngiltere (veya Birleşik Krallık) ise, yine bunun tam tersini yaparak, İslâm âlemini hep "düşman blok" şeklinde görmüş ve öyle de göstermeye çalışmıştır.
Bu gerçeğin bir ifadesi şudur: İslâm coğrafyasını her fırsatta işgal eden ve yaklaşık 200 sene müddetle Müslüman ülkelerin çoğunu sömürgeleştiren devletlerin başında İngiltere geliyor.
Hem öyle ki, uzun müddet bu zalim ve gaddar devletin "Sömürgeler Bakanlığı" mânâsında özel bir dairesi bile olmuştur.
Bir zamanlar bu mânâdaki bakanlığı da yönetmiş olan eski diplomatlardan biri, İngiliz Parlamentosu’nda Kur'ân'ı elinde göstererek şunu söyleyebilmiştir: "Bu Kitap, Müslümanların elinde oldukça onlara hâkim olamayız. Ne yapıp etmeliyiz, ya Kur'ân'ı ortadan kaldırmalıyız, yahut Müslümanları ondan soğutmalıyız."
Kur'ân'ın ve Müslümanların onlara hiçbir zararı dokunmamasına rağmen, İngilizlerin İslâma olan bu müzmin ve kaskatı düşmanlığının sebebi nedir?
Bir yandan bu önemli suâlin cevabını düşünürken, bir yandan da asıl konumuz olan "Kıbrıs'ın işgali" sürecine bir pencere daha açalım.
* * *
1877 yılı sonlarına doğru ilerleyen Rus istilâ ve işgal hareketinin İstanbul kapılarına kadar dayanmasını fırsat bilen İngiltere, 7 adet zırhlı gemiden müteşekkil savaş filosunu Osmanlı hükümet merkezine göndermek istedi.
Sözde, Ruslar'a karşı Osmanlı'yı korumak için yaptı bu iyiliği. Aslında kendi menfaatini düşünmekten başka bir gayesi yoktu.
Kaldı ki, tâ on yıl kadar evvel Rusya'yı Osmanlı'ya karşı kışkırtan, yine İngilizlerdi.
Osmanlı ve İngiliz temsilcileri arasında yapılan diplomatik görüşmeler neticesinde, savaş filolarının İstanbul limanı yerine, Mudanya'da bekletilmesi kararlaştırıldı.
Bu tedbir, Ruslar'ın hızını bir derece kesmiş olmasına rağmen, İngiltere'nin doymak bilmez hırsına engel olamadı.
İngiltere, Osmanlı-Rus Harbi’nin en kritik anında, "Kıbrıs'ı koruma" teklifinde bulundu.
Osmanlı hükümeti de, çaresizlikten buna razı oldu. Ancak İngilizler, "adayı korumak"la sınırlı kalmadılar, hayli ileri gittiler ve burayı adım adım Rumlaştırmaya çalıştılar.
İşte, bugün dahi sıkıntısı devam edip giden "Kıbrıs sorunu"nun kökü, tâ o zamana kadar gidip dayanıyor.
93 Harbi’nden 36 sene sonra yaşanan Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlıyla harb eden Almanya dışındaki Avrupa ülkelerinin hemen tamamı, her iki hadisede de Ruslar'ın kışkırtıcısı ve destekçisi olduğu unutulmamalı.
@salihoglulatif: Yaşlandıkça, bazılarında "Tûl-i emel" arzusu zuhûr ettiği gibi, bölünüp küçüldükçe de, kimilerinde ütopik, hayali "büyük ittifaklar"a dair arzu ve arayışlar zuhûr eder.