Bundan bir asır evvel Şam’daki Emeviye Camii’nde irad ettiği hutbede, Müslümanları perişan edip geri bıraktıran “6 dehşetli hastalık”tan söz eden Bediüzzaman Hazretleri, ana maddeler itibariyle bunları şu şekilde sıralar: Ümitsizlik, yalancılık, husûmet, istibdat, ihtilâf, ferdiyetçilik…
İşte, şu ikinci sıradaki hastalık “yalancılık”tır ki, bunu şöylece ifade eder: “Sıdkın, hayat-ı içtimaiye-i siyasiyede ölmesi.”
Sıdk, yani doğruluk ölünce, onun yerini haliyle “yalancılık” işgal ve istilâ eder.
Yalancılığın en fena, en kötü ve en tehlikeli şekli ise, ardı arkası kesilmeyen yalanların, toplum tarafından adım adım “kanıksanır” hale gelmesi, yahut getirilmesidir.
Ki, maalesef, günümüz Türkiye’sinde böylesi bir durumun, kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladığını görüyoruz.
Özetle: Ülkemizin başına belâ olan terörün ne şekilde bitirileceğine; kardeşliğin nasıl tesis edileceğine; huzur ve barışın nasıl sağlanacağına; işsizliğin nasıl önleneceğine; dost ülke sayısının nasıl arttırılacağına; düşman ülke sayısının nasıl azaltılacağına; AB ile ilişkilerin ne zaman, nasıl ve ne şekilde rayına oturtulacağına; Ayasofya’nın ne zaman ve ne şekilde ibadete açılacağına; Çılgın Proje Kanal İstanbul’un nasıl yapılacağına, tam olarak nerede ve ne zaman ilk kazmanın vurulacağına... dair, o kadar çok şeyler söylendi, o kadar çok tutulmayan sözler verildi ki, artık yeni söylenen sözlerin adeta hiçbiri için “mihenk” ihtiyacı hissedilmez oldu.
Bu durum, bir yönüyle yalan-yanlış sözlerin, dolan ve düzmece şeylerin, adeta kanıksanır hale geldiğini gösterir ki, cidden esefler, eyvâhlar olsun...
Zira, mâna derûnunda bir “lâfz-ı kâfir” olan yalanın, gitgide böyle kanıksanır hale getirilmiş olması, ehl-i İslâmın bünyesini kemiren o “dehşetli ikinci hastalık”ın, artık son raddeye varmış olduğunu izhar ve ispat ediyor.
* * *
Hutbe-i Şâmiye’de, söz konusu bu ikinci dehşetli hastalığın ürpertici boyutlarını nazara veren Üstad Bediüzzaman, elbette bunun çaresi hakkında da uzun uzadıya tariflerde bulunarak en tesirli reçeteyi yazıyor: Doğruluk, dürüstlük, yalan söylememek, söz ve davranışlarıyla “doğru İslâmiyet”i anlatmak ve bilhassa bunu yaşayarak nazara vermek...
İşte, o müessir reçeteden “gàfil kafalara tokmak” kabilinden, peşpeşe sıralanan veciz bazı ifadeler:
“Sıdk, İslâmiyet’in üssü’l-esasıdır ve ulvî seciyelerinin rabıtasıdır ve hissiyat-ı ulviyesinin mizacıdır.
“Öyle ise, hayat-ı içtimaiyemizin esası olan sıdkı, doğruluğu içimizde ihyâ edip onunla mânevî hastalıklarımızı tedâvi etmeliyiz... Evet, sıdk ve doğruluk, İslâmiyetin hayat-ı içtimaiyesinde ukde-i hayatiyesidir.
“Riyakârlık, fiilî bir nevi yalancılıktır. Dalkavukluk ve tasannu, alçakça bir yalancılıktır. Nifak ve münafıklık, muzır bir yalancılıktır. Yalancılık ise, Sâni-i Zülcelâlin kudretine iftira etmektir... Küfür, bütün envâıyla kizbdir, yalancılıktır. İman sıdktır, doğruluktur.
“Bu sırra binaen, kizb ve sıdkın ortasında hadsiz bir mesafe var; Şark ve Garp kadar birbirinden uzak olmak lâzım geliyor. Nar ve nur gibi birbirine girmemek lâzım.”
* * *
Bu fevkalâde ehemmiyetli hayatî konuyu, Münâzarât’ta zikredilen ve herkesin ezber etmesi, özellikle yaşantısına ve hayat tarzına yansıtması gereken şu veciz ifade ile taçlandıralım:
“Eğer biz doğru İslâmiyeti ve İslâmiyete lâyık doğruluğu ve istikameti göstersek, bundan sonra onlardan fevc fevc dahil olacaklardır.”
***
@salihoglulatif:
BEDİÜZZAMAN: Hiçbir müfsid “Ben müfsidim” demez. Daima suret-i haktan görünür. Yahut, bâtılı hak görür. Evet, kimse demez ayranım ekşidir. Fakat siz mihenge vurmadan almayınız. Zira çok silik söz ticarette geziyor.
Seçim zamanı oy isterken, adaylarını tertemiz göster, halis-muhlis diye tanıt, İslâm dinine ait herşeyi kullan, her mukaddesatı siyate âlet et... Seçim bittikten sonra da "Biz İslâmcı bir parti değiliz" de, kurtul. Türlü rüşvet-mel’aneti de “Yapmayan mı var?” cevabı ile savuştur, git.
"Doğruluk ve siyaset" ne kadar da zıtlaşmış durumda.