Siyasî ve ideolojik terör can yakmaya devam ederken, ahlâkî terör ve anarşi de insanlarımızın uhrevî hayatını sıkıp mahvına çalışıyor.
Evet, son yıllarda ne yazık ki ahlâkî terbiye zayıfladı. Bu sebeple meydana gelen boşluğu “ahlâkî terör” doldurmaya yöneldi.
Üstad Bediüzzaman’ın tâbiriyle “umumî iman inkişafı” cemiyet hayatımıza henüz hakim olmadığı için, şânlı mâzisini lekedar ve herşeyini mahvedecek bir neslin yetişmesine fırsat verilmiş ve zemin hazırlanmış oldu.
Zira, nesilleri rûhen öldürmek ve ahlâkını yozlaştırmak için vargücüyle çalışan dehşetli komiteler var.
Bunların en tesirli olanı ise, sırtını Süfyanî Deccâliyete yaslayarak bilhassa kadınları bozmayı ve genç kızları yoldan saptırmayı hedef alan gizli komitelerdir. Öylesine gizli ve sinsî bir faaliyet içindeler ki, mütedeyyin ve muhafazakâr ailelerin kızları ve gençleri dahi—çoğu farkında olmayarak—bu müthiş cereyanın pervânesine takılıp gidiyorlar.
Yoksa, şu görenek belâsı, gösteriş sevdâsı, moda tutkunluğu, savurganlık illeti, müsriflik ateşi ve ehl-i dünyanın hayat tarzına özenti gibi sosyal zaaflar ve ahlâkî hastalıklar, böylesine meydan alıp içimize sirayet edemez, tâ harem-i ismetimize kadar gelip sokulamazdı.
Bu uzun meseleye, ibretlik bir hatıra ile şimdilik nokta koyalım.
Gülay Hanım anlatıyor
1926 Gümüşhane doğumlu olan Gülay Edeer Hanım, babası Salih Suphi Beyin memuriyeti sebebiyle 1930’lu yılların sonlarında Kastamonu’da yaşıyor. Bediüzzaman Hazretleri de, aynı yıllarda orada.
Devamını Altınoluk Dergisinin (Şebnem Eki) Ekim 2011 tarihli sayısındaki röportajından takip edelim:
“Rahmetli babam, Kastamonu’da memurluk yaparken çok muhterem bir zât ile tanıştığını söyler ve sık sık ziyaretine giderdi. Eve geldiğinde, onun sohbet ve faziletlerinden söz ederdi.
“Annemle ben, bu zâtı çok merak ettik. Ziyaretine biz de gidelim deyince babam: ‘Hanımlarla görüşmüyor’ dedi. Aslında hanım olacak kadar büyük değildim. Henüz çocuk denecek yaşta sayılırdım.
“Görmeyi çok istediğim bu zât, Bediüzzaman Said Nursî Hazretleriydi. Tanışmak kısmet olmadı diye de üzülmüştüm.
“O sıralar beni çok etkileyen bir rüyâ gördüm. Rüyâmı babama anlatınca, o da Bediüzzaman Hazretlerine gidip anlattı. Üstad, babama: ‘Sen onu bana getir’ demiş. Babam, bu haberi verdiği zaman dünyalar benim olmuştu... Üstad’ın evine vardığımızda, kendisini küçük bir odanın köşesinde, bir divân üzerinde oturur hâlde buldum. Üzerinde cübbesi ve başında sarığı vardı...
“Sevincimden zaten heyecanlıydım, o zâtı görünce daha da heyecanlandım. Gözleri o kadar keskin bakıyordu ki... Bana: ‘Sen evdeki kıyafetle dışarı çıkıp oyun oynuyormuşsun’ dedi ve ekledi: ‘Evdeki kıyafetle dışarı çıkma!
“Bu sözler, bana hayatım boyunca öylesine tesir etti ki...”
Zalimleri taşlama günleri
Yakın tarihimizin, yani 1961 senesinin 15-17 Eylül günlerinde, yeri doldurulmaz üç büyük devlet adamı cebren ve zulmen idam edildiler.
Bu sebeple, Eylül ayının ortası, hürriyet ve demokrasi tarihimiz açısından, tıpkı Mina'da üç gün süren "şeytan taşlama" günleri gibi, bizde de “zalimleri taşlama” ve bir cihette lânetleme günleri sayılır.
Biz de, bu vesile ile önce zulmü ve zalimleri lânetleyip, ardından o mazlûm şehitleri rahmetle anarak, o uğursuz dönemin 15, 16 ve 17 Eylül günlerinde nelerin olup bittiğine şöyle kısaca bakmaya çalışalım.
BİR: 1961 yılının 15 Eylül'ünde, Yassıada Mahkemesinde 11 aydır yargılanan Demokrat Parti mensupları hakkında nihaî karar verildi. Bu karara göre, en az 454 mazlûm çeşitli cezalara çarptırıldı.
İKİ: Millî Birlik Komitesi (MBK), haklarında idam kararı verilen 15 DP'liden üç güzide devlet adamı hakkında kararı onayladı. 16 Eylül günü Maliye Bakanı Polatkan ile Dışişleri Bakanı Zorlu idam edildi.
ÜÇ: Ağır hakaret ve işkenceler altında sıhhati bozulan Başbakan Adnan Menderes ise, 17 Eylül sabahı İmralı Adasında darağacına çekildi.
9-10 işkenceli ölüm
İdam edilenlerin dışında, aşağıda isimlerini sıraladığımız 9-10 kadar mazlum da Yassıada’daki ağır işkenceler sebebiyle orada vefat etti.
Dr. Lütfi Kırdar (Sağlık Bakanı), Gazi Yiğitbaşı (Afyon milletvekili, İstiklâl gazisi), Yusuf Salman (İstanbul milletvekili), Lütfü Şaylan (Başbakanlık YDK üyesi), Yümni Üresin (emekli general ve bakan), Nuri Yamut (Emekli Genelkurmay Başkanı), Konya Valisi Cemil Keleşoğlu, İstanbul Emniyet Müdürü Faruk Oktay ve eski Savunma Bakanı Kenan Yılmaz. (Birkaç kişi de, ağır işkenceler sebebiyle tahliyeden kısa süre sonra vefat etti.)
Darbenin üçüncü günü (30 Mayıs gecesi 1960) Ankara’da intihar süsü verilerek işkence ile katledilip pencereden atılan İçişleri Bakanı Namık Gedik’le birlikte, demokrasi şehitlerinin yekûnu 15’i buluyor.
Evet, 1960–61 yıllarının Yassıada'sı, işte böyle cehennemî bir yer idi. O zaman orada hemen her gün zulüm ve ölüm kokardı. O günlerin kasavetli havasını, oradaki cehennemî haleti iliklerine kadar yaşayan Şair Faruk Nafiz Çamlıbel, "Zindan Duvarları" isimli eserinde şu dörtlükle tasvir eder:
Gün doğar, sohbetimiz yalnız ölümdür Adada
Gün batar, uykuda rüyâmız ölümdür yalnız
Dersiniz, böyle cehennem mi olur dünyada?
Çok değil, bir gecelik bizde misafir kalınız!