Said Nursî, hayatının son otuz beş senesini Kemalist Devletin takip ve tarassutu altında geçirdi.
Eserleri olan Nur Risâleleri ise, tam elli sene müddetle (1935-85) aynı takip ve taharriye mâruz kaldı.
Üstad Bediüzzaman’ı talebeleriyle birlikte mahkemeden mahkemeye sürükleyip onları Ağır Ceza Mahkemelerinde yargılayanlar, Nur Risâlelerini yasaklatmak için de ellerinden geleni yapmaktan geri durmadılar.
Fakat, bir halt edemediler. Maksatlarına vâsıl olamadılar.
Ne var ki, mücadeleden de vazgeçmediler. Hapis ve mahkeme ile cezalandırma yerine, metot değiştirerek bu kez “din perdesi altında” hücûma geçtiler.
Bu düşmanca mücadelelerini, bilhassa son yıllarda ahtapotun kolları gibi muhtelifül-cins dindar-muhafazakâr görünümlü adamların elliyle tırmandırmaya başladılar.
“Dost çehreli” bu tür saldırılar, şüphesiz o eski “harbî düşman”ların saldırısından daha fecidir.
Dine muarız olan harbî düşmanların saldırısı, Kur’ân’ın şâkirdlerini birleştirip kaynaştırmaya vesile oluyordu. Kimseyi yıldıramıyorlardı.
Şimdiki “dost maskeli” kimselerin saldırısı ise, aynı şâkirdleri şüpheye düşürüp perişan ediyor. Onları ayrıştırıp bazılarının zihnini felce uğratıyor. Aralarına ihtilâf verip dairenin içini, harem-i ismetini karıştırıyor.
Bu dahilî fitnekârlık, ne yazık ki semm-i kâtil (öldürücü zehir) hükmünde bir tesir icrâ ediyor.
Din perdesi altında şiddetlenen hücûmları fark edemeyip hâlâ uyuklayıp duranları Allah tez zamanda uyandırsın diyerek, konunun bir başka boyutuna geçelim.
Eski Said’in eserleri de meydanda
Üstad Bediüzzaman’a muhalif, Risâle-i Nur’a meslek ve meşrebi itibariyle muarız olanların kendince buldukları zayıf halka, Hz. Üstad’ın “Eski Said” dönemindeki hizmet ve faaliyet tarzıdır.
Hepsi de hak olup hatt-ı mustakîmden hiç ayrılmayan Eski Said, Yeni Said ve Üçüncü Said’in ne mânaya geldiği, bunların mahiyetindeki hikmetli sırlar, vesâire, esâsen bu gizli muarızların zerrece umurunda bile değil.
Dahası, o daracık ufukları ve bağnazca bakış açıları, bunları anlayacak, ihata edecek kapasitede değil.
Bu sebeple, onlar Üstad Bediüzzaman tarafından Eski Said döneminin—hâşâ—çöpe atıldığını, dolayısıyla tamamiyle silinip yok hükmünde sayıldığını zannediyorlar.
Bu, aslında “Son Devrin Din Mazlûmları” serisinin tefrika edildiği tâ 1960’lı yıllardan başlayarak günümüze kadar sürüp gelen muarız bir ekolün kasdî ve inadî saptırmasından ibarettir.
Oysa, Yeni ve Üçüncü Said dönemi gibi Eski Said döneminin de bütün eserleri meydanda olup neşriyatı devam ediyor.
Üstelik, her üç döneme ait eserlerin de hak olup kudsî hakikatlerin izahından ibaret olduğunu bizzat Üstad Bediüzzaman söylüyor.
Meselâ, en çok itiraz edilen Eski Said dönemine ait yazdıklarına dair şu sözlerinde açıkça görüldüğü gibi.
1909’daki sehpalı mahkemeden:
“Ey paşalar, zabitler! Bütün kuvvetimle derim ki: Neşrettiğim umum makâlâtımdaki umum hakâikte nihayet derecede musırrım (ısrarlıyım). Şayet Asr-ı Saadet mahkemesine dâvet olunsam, neşrettiğim hakâiki aynen ibraz edeceğim. ...Şayet müstakbel tarafından ...ukalâ mahkemesinden tarih celbnâmesiyle celp olunsam, yine bu hakikatleri orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez; hakikat haktır.”
T. Hayat, 1930’lar Türkiyesinden:
“Hey efendiler! Eski Said ve Yeni Said'in yazdıkları meydanda. Şahit gösteriyorum ki, ben ‘İslâm, Câhiliyeden kalma asabiyeti, ırkçılığı kaldırmıştır’ fermân-ı kat'îsiyle, eski zamandan beri menfî milliyet ve unsuriyetperverliğe, Avrupa'nın bir nevi frenk illeti olduğundan, bir zehr-i kàtil nazarıyla bakmışım.”
Şimdi, son derece açık ve zâhir olan bu delillere rağmen çıkıp “Said Nursî, o dönemde Kürt hareketinin önderiydi” iddiasında bulunan sözüm ona aydınlara, akademisyenlere ne demek lâzım?
Açık ve net; madde madde
BİR: İşte gümüzde de bütün Nur grupları tarafından okunan ve neşrine çalışılan Eski Said dönemi eserlerinden sadece birkaçı: Münâzarât, Muhakemât, Sünûhât, Makalât, Nutuk, Divân-ı Harb-i Örfî, Tuluât, Hutuvat-ı Sitte, Lemaat...
İKİ: Üstad Bediüzzaman, yekûnu 20’yi aşan Eski Said Dönemi Eserlerini yayından mı kaldırdı? Bunları Nur Külliyatından ihraç mı etti? Neşredilmesini mi yasakladı? Kimin böyle bir iddiası varsa söylesin.
ÜÇ: Hiç anlamadığı, anlamaya da çalışmadığı Eski Said’i sarf-ı nazar etmeye çalışan o bağnaz kafanın sakat mantığına göre, “Üçüncü Said” döneminden (1950) sonra Üstad “Yeni Said”i de reddedip telif ettiği eserleri—hâşâ—çöpe atması gerekir.
DÖRT: Doksan yıllık Nur hareketine yönelik olarak en tesirli, en şaşırtıcı ve en münafıkane saldırı şimdilerde yapılıyor. Özellikle de, 2005 tarihli Millî Güvenlik Siyaset Belgesinin kabulünden bu yana... Yani, son on yıldır Said Nursî’ye saldırı serbest, Risâle-i Nur’a müdahale serbest hale getirildi. Bir yandan dost göründüğü halde, gerçekte zımnen muaraza edenler, şayet el altından destek görmeselerdi, onlar kendilerinde böyle saldıracak bir cesareti asla bulamazlardı.
BEŞ: Bütün uğraşlarına rağmen Risâle-i Nur’u devlet tekeline aldıramayanlar, yani inhisardan ümidini kesenler, bu kez dönüp çok yönlü ve bir o kadar da kamufleli bir saldırı ve karalama harekâtını başlattılar.
Daha evvelkilere olduğu gibi, bunlara da meydanın boş olmadığını göstermek ve hak ettikleri cevabı vermek boynumuza borç olsun.
@salihoglulatif: Nur Risâlelerini Kemalist devletin inhisarına almaya muvaffak olamayanlar, dindar kisveli, muhafazakâr maskeli adamlarını devreye soktular. Açıkça söyleyelim: Kullanılıyorlar; kullanma tarihleri bittikten sonra da posalarını sıkıp çöpe atcaklar.