Seçim atmosferinde olduğumuz için, siyaset ağırlıklı yazılar yazıyoruz. Yoksa, 365 gün boyunca aynı konuda, aynı tonda yazıyor değiliz.
Dolayısıyla, seçim atmosferinden çıktıkça, üzerinde duracağımız konuların şekli ve yelpazesi de değişmeye başlayacak. Şimdilik mâzur görüle...
Esasen, Risâle-i Nur dairesi içinde olanların nazarında, siyaset ve diplomatlık, ancak üçüncü-dördüncü derecede bir mesele olabilir. (K. Lâhikası: 84)
Bu vesile ile, asıl konuya geçmeden evvel önemli bir hususu hatırlat istiyoruz. Şöyle ki: Siyaset, halihazırdaki Nur Talebeleri ve Nur grupları arasında da hakikatte öncelikli bir mesele değildir. Müzakere yapmak yerine, üzerinde şiddetli münakaşalar, fırtınalı tartışmalar yapıldığı için, sanki en mühim ve öncelikli meseleymiş gibi telâkki ediliyor.
Bu handikaptan kurtulmak için, “Az mütehassis (duyarlı, duygusallıktan uzak), sağırca (duyduğu her söze kulak asmaz) ve fakat metin bir şahs-ı mânevî” olan meşveret ve şûrâ ruhunu, bir ferd-i mânevî olarak ruhunda yaşamak, hissetmek gerekir.
Şimdi, asıl konuya geçiyoruz...
İyi kimselerin fenâ siyaseti
13 yıldır tek başına iktidarda bulunan AKP’nin özellikle sosyolojik tabanı mütedeyin ve muhafazakârdır.
İçlerinde tıpkı Sultan Abdülhamid gibi şefkatli, merhametli, hatta “veli derecesinde” olan zatlar da var.
Dahası, oy kitlesinin mutlak çoğunluğunu, eski Demokrat Parti ve Adalet Partisinin seçmen tabanı teşkil ediyor. İçinde en çok dost, ahbap, akraba ve komşularımızın bulunduğu o geniş mütedeyyin, muhafazakâr kitle yani... Ki, eleştirel mahiyetteki üslûbumuzu yumuşak tutmaktaki en önemli sebep de budur. Ama, bütün bunlara rağmen, o partinin yine de çok yanlış bir yolda gittiğine ve çok problemli bir siyaset tarzını takip ettiğine inanıyoruz.
Zira, öncelikle din siyasete âlet ediliyor. Dinin mukaddes değerleri, siyasetin kirli arenasında fütûrsuzca malzeme olarak kullanılıyor.
Dindarların siyasî iktidarına “dinin iktidarı” nazarıyla bakılıp baktırılıyor. Bunun düşmesi halinde ise “Dinin iktidarı yıkılır”mış gibi, acip bir vehim ve korku havası pompalanıyor.
Bu sûretle, umumun mukaddes malı olan din, bir partinin tekelinde, inhisarında imiş gibi gösteriliyor.
Bu sûretle, dinde olmayan bazı şeyler, sanki dinde varmış gibi, çok nâhoş şeyler topluma empoze ediliyor.
Nihayet, bu sûretle dinî hakikatler”in önüne çok kalın bir duvar örülmüş ve çok kesif bir perde çekilmiş oluyor.
İşte, bu tarz-ı siyaset, kelimenin tam mânasıyla “menfî siyaset”tir. Dahası, muhal/aykırı gitmek ve “muhali talep” etmektir.
Bunun ise, dine ve dindarlara faydası olmadığı gibi, pek büyük zararı var. Aynen, aşağıdaki iktibaslarda ifade edildiği gibi:
“Din, dahilde menfî tarzda istimal edilmez. Otuz sene halife olan bir zât (S. Abdülhamid), menfi siyaset nâmına—istifade edildi zannıyla—şeriata gelen tecâvüzü gördünüz.” (Sünûhat: 67)
“Çok iyiler var ki, iyilik zannıyla fenâlık yapıyorlar. ...Muhali talep etmek, kendine fenalık etmektir.” (Münâzarât: 51)
İyilik zannıyla kötülük yapılması “Şimâle müteveccihen namaz kılmak” misâline benzer. Ya da “Vakitsiz ezan okumak”, yahut “Akşam ezanından evvel oruç açmak” gibi...
* * *
Sultan Abdülhamid, hiç şüphesiz mütedeyyin, muhafazakâr bir şahsiyet idi. Fakat, dahilde baskıcı, dolayısıyla menfi bir siyaset uyguladı.
Bu durumda, reddedilmesi, karşı gelinmesi gereken, “dindar, şefkatli padişah” olan Sultan Abdülhamid değil, belki onun zamanında tatbik edilen “müstebid siyaset” tarzıdır.
Bize göre aynı ölçü ve kıstaslar, günümüzde dindarların eliyle uygulanmakta olan baskıcı, dayatmacı siyaset tarzı için de geçerli.
Yani, şimdikiler de dindar insanlar ve iyi niyetli siyasetçiler olabilirler. Fakat, uygulamış oldukları menfi siyaset ve talep ettikleri muhal-ender muhal şeyler sebebiyle, hem topluma büyük zarar veriyorlar, hem kendileri de çok zarar görecekler. Tıpkı, S. Abdülhamid’in düşmesi gibi...
Doğru siyasete de perde
Bizim bakış açımıza göre, Osmanlının son dönemindeki doğru siyaseti takip ve tatbik etmeye çalışanlar, “Yeni Osmanlılar” olarak da bilinen Ahrâr-ı Osmaniye Hareketinin (1865-1909) mensuplarıydı.
Cumhuriyet dönemindeki “doğru siyaset”in meydân-ı zuhûra çıkması ise, ancak 1950’de Ahrar denilen Demokratların emeği, gayreti ve çok ağır bedeller ödemesi ile mümkün olabildi.
Şimdiki iktidar partisi, isim ve resim kullanmanın dışında, şimdiye kadar hiçbir zaman çıkıp da “Biz o misyonun devamı ve takipçisiyiz” demedi. Tam aksine “Biz yeniyiz ve hiçbir partinin devamı değiliz” dediler.
Buna rağmen, bazı işgüzârlar da çıkıp “Yok canım, bunlar Demokratların devamıdır” dedi durdu. Bu da gösteriyor ki, tapu senedinden bir karışıklık, hatta bir sahtecilik şüphesi söz konusu.
Ama, siz şu yaman paradoksa bakar mısınız: Oy zamanı gelip “Bak kardeş bunlar dindar Demokrat, tertemiz, pırıl pırıl kimseler” diyenler, icraat zamanında yayılan pis kokulardan söz edilince, hemen kıvırıp “Canım, diğer partiler de aynı şeyi yapıyor. Tertemiz olanı var mı ki?”
Vay canına! Oy zamanında başka, icraat zamanında ise bambaşka ağızlar, tavırlar, dümenler...
İşte, doğru siyasetin önündeki en yaman çelişki, en kalın duvar, en kesif perde dediğimiz şey tam da budur.
Bu ise, şu sözün hakikatini hatırlatıyor: “Doğrunun düşmanı, doğrunun zıddı değil; belki, doğrunun kendisi olmayıp, ona en çok benzeyendir.” Yani sahtesi, çakması...
Son 13 yıldaki gelişmeler
İç politikada: Doğru siyasetin adresi, 2002’de yüzde 9,5’te kalıp barajda boğdurulunca, onun benzeri yüzde 34 aldı. 2007’de yüzde 5’e düşünce, benzeri yüzde 40’lara çıktı. 2011’de sıfırlanınca, benzeri zirveye çıktı. 2015’te çift sıfıra düşünce, onun benzeri de aşağıya doğru yuvarlanırken, büsbütün menfî olan cereyanlar meydanı istilâ etmeye başladı.
Dış politikada: Sürdürülebilir komşuluklar berhava edildi, sürdürülemeyecek komşuluklara zemin hazırlandı. Bilhassa Ortadoğu’da yaşanan gelişmeler, bizim ve diğer Müslüman toplulukların aleyhine gelişti. En kârlı çıkanların başında ise İsrail, Rusya, ABD ile IŞİD ve PKK gibi devletler ve örgütler geliyor.
@salihoglulatif: Her iyi niyetten iyi netice çıkmaz. Çok iyiler var ki, iyilik niyetiyle kötülük yapıyorlar. Kimse demez “Ayranım ekşidir.” Bu sebeple, mihenge vurmadan, delil ve âkıbete bakmadan, kimsenin malını almamalı.