"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Doğu’dan Batı’ya bakarken...

M. Latif SALİHOĞLU
13 Temmuz 2015, Pazartesi
Tanzimat’tan (1839) bu yana yüzü Batı’ya dönük olmayan aydınımız, siyasetçimiz hemen hemen yok gibi. Varsa da, çok nâdir olup sayıları pek azdır.

Bu zaman zarfında Paris, Londra, Berlin, New York, Washington gibi büyük ve hareketli merkezler, dünyadan olduğu gibi Türkiye’den de aydın, düşünür, yatırımcı, akademisyen ve siyasetle uğraşan çok sayıda entelektüel şahsiyeti kendine çekti.

Aydın veya siyasetçilerimizin böyle olması, doğrudan bir sakınca teşkil etmez. Yani, yetişmiş yahut kendini yetiştirmeye ve böylelikle milletine hizmet etmeyi hedefleyen insanlarımızın yüzünü Batı’ya çevirmesi, bir ayağının Avrupa veya Amerika’da olması, peşin-hükümlülükle reddedilmesi, yahut karşı gelinmesi gereken bir durum değildir. Olmamalı da.

Zira, önemli olan gözlerin nereye baktığı, dahası gönüllerin ne tarafa doğru meylettiğidir.

Yüksek ilim ve hikmetin, insanlığa faydalı bir medeniyetin meyveleri Batı dünyasının merkezlerinde bulunuyorsa, elbette oralara gidersin. Yeter ki, gittiğinde oralara kalbini, ruhunu bağlamayasın.

Çünkü, biz Müslümanlar için ruh ve kalbin merkezi Londra, Paris, Washington değil; Mekke, Medine, Kudüs’tür. Dolayısıyla, nereye gidilirse gidilsin, bu kudsî merkezlerden kopmamak gerekiyor.

İşte, Tanzimat’ta günümüze doğru yetişip gelen aydın ve siyasetçilerimizin birbirinden ayrıldığı, birbiriyle ihtilâfa düştüğü nokta, tam da burasıdır.

Meselâ, Ahmed Cevdet, Namık Kemâl, Ziya Paşa, Prens Sabahaddin, Mizancı Murad, Enver Paşa, Resneli Niyazi, Adnan Menderes, Süleyman Demirel, Cemil Meriç, Ali Fuat Başgil gibi âlim, fâzıl, münevver ve siyaset ustası olan zâtlar, çokça gidip Avrupa’yı gezdiler, gördüler; lâkin, bunların hiçbiri “Avrupa meftûnu” olmadı. Batılıların esiri durumuna düşmedi. Kezâ, gözünü ve gönlünü Haremeyn-i Şerife’den hiç koparmadı.

İşte, meslekleri muhtelif olan bu zâtların hepsi de bizim insanımız.

Bunları diğerlerinden mutlaka tefrik etmemiz gerekir.

“Diğerleri” dediğimiz, Batı dünyasının tesiri altına girenlerdir. Yularını onlara teslim edenlerdir. Batının pis ahlâkını kendi milletine gümrüksüz şekilde aktaran, yahut dayatanlardır. “Kıyâfette, kànunda, örf ve âdette Batılılara uyarsak medeni oluruz” fikrinde olup bunu vargücüyle fiiliyata dökenlerdir.

Misyon-vizyon tersleşmesi

İlim, irfan, medeniyet nerede olursa olsun, gider alırsın. Ülkene transfer edersin. Bunun sakıncalı bir tarafı yok. 

Ama, “Her şeyimizle ille de onlara benzeyelim, onların her türlü âdet ve geleneğini kendimiz de aynen tatbik edelim” türlü yaklaşımları, aklı başında bir Müslümanın kabul etmesi mümkün değil.

Böylesi bir kabul, kimlik değişimini, hüviyet karmaşasını, kökleşmiş misyon tahribatını netice verir.

Avrupa ve Amerika’da yeşerip boy vermiş olan medeniyet harikalarına “vizyonu geliştirmek” için bakılır; yoksa, misyonunu değiştirmek için değil.

Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren, ne yazık ki, kökleri tâ Saadet Asrına kadar gidip dayanan mukaddes misyon terk edildiği gibi, Batı medeniyetini almaya yönelik bir vizyon da geliştirilemedi. İşte, medenî ülkelerden geri kalmışlığımızın en büyük sebebi budur.

Düşünün ki, 1923’te yeni devleti kurduğumuzda, bugün huzur ve refah seviyesi bizden kat-bekat üstün olan bazı ülkelerin dünya çapında esâmisi dahi okunmuyordu.

Kezâ, Birinci Dünya Savaşından sonra İkinci Dünya Savaşına giren ve her türlü yıkımı (hatta bölünmeyi) iliklerine kadar yaşayan Almanya, 1946’dan sonra yeniden toparlanmaya başladı ve kendisinden 23 yıl evvel medeniyet maratonunu koşan Türkiye’yi fersah fersah geçmeyi başardı.

Bu noktada, Türkiye’yi Afrika veya Ortadoğu ülkeleriyle kıyaslamak doğru değil. En gerçekçi kıyaslama, hepsi de İkinci Dünya Harbinden perişan bir vaziyette çıkan Fransa, İngiltere ve özellikle Almanya’dır.

Bugün nüfus ve toprak büyüklüğü itibariyle Türkiye’ye en çok benzeyen Almanya, o savaşta yirmi milyon civarında insanını kaybetti. En büyük şehirleri dahi adeta yerlebir oldu. Ama, bütün bunlara rağmen doğruldu, toparlandı ve sadece Avrupa’nın değil, dünyanın yıldız ülkeleri arasında saygın bir yer aldı.

Türkiye ise, tarihî miras ve misyonundan ziyade, şahısların değişkenlik arz eden inisiyatifleri yüzünden “Bozuk Avrupa”nın fuzûli, geçici, mâlâyani taraflarına odaklanarak tuhaf bir vaziyet arz etti. Arasatta kaldı. Yani, ne kendi gibi kaldı, ne de başkasının yürüyüşüne ayak uydurabildi.

Bu tuhaf ve çelişkili vaziyetten kurtulabilmesi için, kendi köklü misyonuna bağlanması ve fakat medenî ülkelere bakarak bu cihetten de vizyonunu geliştirmesi gerekiyor. Aksi halde, medeniyet yarışında ileri doğru hareket etmesi çok zor görünüyor. 

@salihoglulatif: Yüz elli yıllık Türkiye’nin entelektüel birikimi, Batı taklitçiliğiyle ne yazık ki hebâ edildi. Medenî ülkelerdeki inkişafa bakıp vizyonu geliştirmek yerine, kökleri Saadet Asrına kadar giden tarihî misyonumuza sırt çevrildi. Emsâllerimizden geri kalışımızın en büyük sebebi, işte bu vizyon-misyon tersleşmesidir.

Okunma Sayısı: 2615
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • Mustafa BİTER

    13.7.2015 02:31:18

    Gönlümüz Kabe aşkıyla yanıyor,Kudüs aşkıyla yanıyor deyipte sıkışınca soluğu Avrupa'da ya Amerika'da almayan kaç Siyasal İslamcı münevver var,,,Demirel'i.başörtülülerin de okuyacakları Suudi Arabistan,var dedi diye kafir diyenler nedense kendi çocuklarını hep İngiltere,Almanya, Fransa ve Amerika'da okutuyorlar,Bana İslam'ı,Kur'an'ı, Sünneti,Şeriatı dilinden düşürmeyipte çocuğunu El-Ezher ya da Mekke ya da Medine ya da Şam Üniversitelerine gönderen kim var...Ya o çoook alim ve dindar gazetecilerimzin,televizyoncularımızın,yorumcularımızın,romancılaramızı,hikayecilerimizin ve siyaset filozoflarının hangisinin çocuğu ya da kendileri buralarda okumuş... Gönüller batıya,gözler doğuya yönelik olduğu müddetçe Hristiyan ve Yahudi alemi daima Müslümanları ezecektir... Allah korusun ...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı