"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Diyorsun ki: Tamam, öyle; ama...

M. Latif SALİHOĞLU
09 Ekim 2015, Cuma
Bilhassa siyasete dair yazılarımızla ilgili olarak çeşitli kanallardan bize intikal eden “Tamam öyle, ama” ile başlayan itirazvâri suâllere mukabil vermiş olduğumuz cevaplardan bir demet sunuyoruz.

“Menderes” diyor; ama...

Kıymetli kardeşim! Bize dönüp diyorsun ki: “Siz iktidar partisi hakkında çok farklı değerlendirmeler yapıyorsunuz. Bunların Ahrar-Demokrat misyonun takipçisi olmadığını iddia edip duruyorsunuz. İyi, güzel; ama...”

Ama’sı neymiş? Onu da söyle.

“Ama, onlar da her fırsatta ‘Rahmetli Menderes’ten söz ederler. Kendilerini ona benzetmeye, ona nisbet etmeye çalışırlar. Öyle değil mi?”

Elcevap: Öyledir kardeşim, öyle... Ne var ki, bunun da “ama”ları var.

Şöyle ki: Evet, Menderes diyorlar; ama Menderes’in başında bulunduğu Demokrat Partiden söz etmiyorlar. Dahası, bu partinin temsil ettiği misyonu, keza vatana, millete yaptığı hizmetleri ya küçümsüyor, ya da görmezden geliyorlar. Bu tuhaf davranışın mânâsı şudur: Bu milletin kalbinde yer edinen Menderes ismi aslında istismar ediliyor; ama, onun ve kadrosunun temsil ettiği dâvâ hiçe sayılıyor. Hatta, M. Barlas’lı bir tv canlı yayın programında 1955’teki vahşiyane 6/7 Eylül olaylarının bütün günahı Demokrat Partiye yüklenmeye çalışıldı.

Ama bakın, aynı kişilerin ağzından çıkan şu tarz sözler de kulağımızda çınlayıp duruyor: “Bana karşı yapılan şu hareketler var ya. İşte, bunun aynısını rahmetli Menderes’e de yaptılar.”

Ortada dâvâ diye birşey yok. Fikrî müşterekliğin esamisi okunmuyor. Siyasî misyon bağlantısı hak getire...

Varsa, yoksa şahıs, lider. Adeta herşey şahıslardan ibaretmiş gibi...

Bu sebeple: “Menderes ve ben. M. Kemal ve ben. Özal ve ben. Erbakan ve ben. Yolumuz bunların yolu... Hâ, aynı yolun üzerinde bir müddet görünmüş olan Demirel diye birinden de söz ediliyormuş... Yok yok, onu boş verin gitsin. Onun dönemi boşlukta kalsın. Zaten, hep boş ve lüzûmsuz şeylerle uğraşmış. Bakmayın siz onun cenaze merasiminde usûlen söylediklerimize... Ülkeye faydalı bir hizmet yaptığı falan yok. Dolayısıyla, onu “Yolumuzdakiler” listesine dahil etmiyoruz. Hem, onu savunmanın değil, ona vurmanın getirisi daha çok.”

“Sesini yükseltiyor”; ama...

Diyorsun ki: “Bu siyasî iktidar İsrail’e kafa tutuyor. Zalim diktatörlere karşı seslerini yükseltiyor. Sisi, Esed gibilere demediğini bırakmıyor. Ensar ruhuyla coşup Suriyeli muhacirleri ülkesine çağırıyor, onlara sahip çıkıyor, yardım ediyor... Ama, siz yine de bunları görmüyorsunuz.”

Elcevap: Görüyoruz, kardeş görüyoruz. Bütün bu gelişmelerin de gayet iyi farkındayız. Amma ve lâkin, bütün o bağırıp çağırmaların faydası ne? O hamasetli konuşmaları hayırlı, faydalı bir tek neticesini söyler misin?

Suriye’deki, Filistin’deki, Mısır’daki mazlûm dindaşlarımıza şimdiye kadar ne faydamız dokundu?

Zalimler daha da palazlanmadılar mı? Sefalet içinde yerini yurdunu terk edip gidenlerin sayısı daha da artmadı mı? Uluslararası platformlarda, diktatörlere arka çıkanları kendi tarafımıza çekebildik mi? Yoksa tam tersi bir durumla karşı karşıya mı geldik?

Hamasetin diplomaside beş para etmediğini bilmeyen mi var?

Suriye’deki insanlara sürekli şekilde “Gelin, gelin!” demekle, hem onları, hem kendimizi perişan etmedik mi?

Kezâ, o toprakları boşaltmaya, insansızlaştırmaya katkıda bulunmakla, aslında İsrail’in işgalci ve yayılmacı emellerine hizmet ediyor bir duruma düşmüyor muyuz? Aynı İsrail, vaktiyle Filistin topraklarını benzer bir metotla işgal etmedi mi? 

Suriye’nin yarı nüfusu göçüp gitti. Kalanların da mecâli kesildi. Bu durumda, İsrail terörist devleti, yarın elini-kolunu sallaya sallaya gelip Suriye topraklarına girerse, ona direnecek, mukavemet edecek hangi kuvvet kaldı?

Hem, hissî ve öfkeli, dahası ufuksuz ve amatörce bir diplomasi ile Suriye yönetimine kafayı takarken, gele gele IŞİD, El-Nusra, PYD gibi örgütlerle ve İran, Rusya gibi devletlerle komşu, ya da muhatap olma durumuna düşmedik mi?

Kezâ, Suriye bugün itibariyle “zalimlerin satranç oyunları” sahasına dönmedi mi? Peki, biz bunun hesabını yapmış mıydık? Hesap yapmadıysak şayet, bu da bir ufuksuzluk, öngörüsüzlük, dolayısıyla bir ehliyetsizlik realitesini gözler önüne sermiyor mu?

“Peki, Türkiye bölgede ne yapmalıydı?” konusunda ise, vaktiyle o kadar çok izahlar yapıldı, tavsiyelerde bulunuldu ki, haddi-hesabı yok. Ama, onların hiçbirine kulak verilmedi.

Gelinen noktada, İsrail günden güne palazlandığı gibi, ona mukavemet edecek İslâm ülkelerinin tamamı, özellikle bu iktidar döneminde güç ve güven kaybına uğradılar. 

Bizim kârımız ise, Arapların arasındaki kavgalarda tarafgir davranıp içişlerine karışmayı hedef alan politikalarımızın iflâsı oldu.

Sıcak mesajların soğuk yüzü

Diyorsun ki: “Siyasî iktidar, dindar kitlelere çok yakın duruyor ve çok sıcak mesajlar veriyor. ‘Kürt kardeşlerimiz’e de öyle. Sürekli olarak din, iman, İslâm, Kur’ân, ezan, bayrak diyorlar. Daha ne desin, ne yapsınlar? Bunca sıcak mesajlara rağmen, siz yine de soğuk davranıyor, tenkitlere devam ediyorsunuz. Neden?”

Elcevap: Bütün bu söyledikleriniz, sûreta doğrudur. Amma ve lâkin, her tarafından vıcık vıcık istismar, gösteriş, riyâkârlık fışkırıyor. Çünkü, bütün o sıcak mesajlar, aldıkları veya alacakları oy hesabına endeksli bir şekilde veriliyor. 

Oy kesildiği, ya da azaldığını fark ettikleri anda, tavırları değişiyor ve hemen ardından türlü isnat ve ithamları sayıp dökmeye başlıyorlar. Kendi partilerine oy vermeyen Kürtleri ve dindarların ne hainliği kalıyor, ne gafilliği, ne cahilliği, ne mücrimliği...

Peki, hataları sevaplarına galip geldiğine inandığımız siyasî iktidarı tenkit etmekte bizim ne gibi bir menfaatimiz var?

Menfaatimiz yok, zararımız var. Ve, aslında zor olanı yapıyoruz. Şayet şahsî menfaatimizi düşünseydik, şüphesiz işin kolayına gider ve siyasî gücün meddahlığını yapardık.

Allah, huzur-u kibriyâsında bizi mahcup edecek böylesi durumlara düşürmesin.

@salihoglulatif: Korkaklar ile menfaat zebunları, daima siyasî iktidarın dümen suyuna giderek ayakta ve hayatta kalmaya çalışırlar. Oysa, böyle zillet içinde yaşamaktansa, izzetle ölmeyi tercih etmeli.

Okunma Sayısı: 3345
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
  • demokrat

    9.10.2015 10:48:56

    Çok uzun bir yorum yazacaktım amma şairin dediği gibi"Menzil-i maksuda irişmek istersen,mısra-ı berceste yetermiş";tebrikler,teşekkürler...Kalemine,yüreğine ve basiretine sağlık.Tavizsiz istikrar çizgisi bizi hiç boyun eğdirmedi.İyi ki Yeni Asya ver,iyi ki Yeni Asya'nın ön ayak olduğu"Zilletsiz ve Minnetsiz Nurculuk"var.Selam ve dua ile..

  • Garib Doğu

    9.10.2015 09:49:01

    ''Ümmetimin fikri dalaletle sapıtmalarından ziyade,dünya malıyla sapıtmalarından endişe ederim'' mealindeki hadisin manası tahakkuk ediyor. Bunun risaledeki adı tamahtır.Bu aynı zamanda bir desise-i şeytaniyedir. Çok tehlikeli olan bu tuzağa düşen düşene... Benim ayetlerimi az bir dünya malıyla satmayınız ayeti kerimeye rağmen,dünya menfaatı için batıla sapanların,hakkı gözardı edenlerin, fikir,düşünce,yön ve misyon değiştirenlerin haddi hesabı yok...Cenab-ı Hak,hakkı hak,batılı batıl göstersin,batıldan içtinap,hakkı temsil ettirsin...

(*)

Namaz Vakitleri

  • İmsak

  • Güneş

  • Öğle

  • İkindi

  • Akşam

  • Yatsı