Bölgede haftalardır yaşanan kanlı çatışmaların sonuçlarından bir tanesine kısaca bakalım...
Tarihî Diyarbekir şehrinin suriçi bölgesindeki çatışma alanında 24 binden fazla vatandaşımız ikamet ediyordu. (Ayrıca, çok sayıda işyeri var. Suriçindeki nüfusun yekûnü 120 binin üzerinde.)
Çatışma şiddetlendikçe, nüfus göçü de hız kazandı.
O mahallerde, kala kala, toplam iki bin civarında insanımız kaldı ki, bunlar da artık kaçacak-göçecek imkânı olmayan fakir veya büsbütün gariban kimseler.
* * *
Sık sık tekrarlanan ve günlerce sürüp giden sokağa çıkma yasağı, insanları canından bezdiren hendek, bariyer, patlayıcı engeli, bitip tükenmek bilmeyen silâh sesleri, yangınlar, ölümler, buralarda hayatı cidden çekilmez bir hale getirdi.
Bu sarsıcı ve usandırıcı şartlara daha fazla dayanamayan halk, evini barkını terk etmekten başka bir çare bulamadılar.
Son birkaç hafta içinde, nüfusun yüzde doksanı, perişaniyet içinde başka yerlere göçüp gitti.
Çok acı ve ıztırap verici bir durum. Dahası, bundan sonrası hakkında da, şimdilik kimsenin kestiremediği meçhûl bir gelecek...
* * *
“Çözüm Süreci” muammasının muvakkaten sağladığı nisbî sükûnetin berhava olmasının ardından, bölge adeta savaş alanına döndü.
Daha evvel hiç görülmedik bir şiddet hareketi, kırsaldan şehir merkezlerine taşındı.
PKK, HDP’nin seçimlerde aldığı oyları eyleme, hatta ayaklanmaya (Serhildanî) tahvil etmek istedi. Ne var ki, bütün zorlamalara rağmen, bunu başaramadı. Hedefine ulaşamadı.
Yer yer iş makinalarını da kullanan örgüt, gece gündüz demeden yolları kazdı, sokaklara barikatlar kurdu, kritik noktalara perde çekip patlayıcılar yerleştirdi. Okulları, mabedleri, hastahaneleri vurdu. Bir kısmını kundaklayarak ateşe verdi. Velhasıl, yerleşik halkın hayatını adeta cehenneme çevirdi.
Asıl maksat, insanları canından bezdirdikten sonra, onları toplu yürüyüşlere sevk etmek ve nihayet isyan provaları sergilemekti.
Zannediyorlardı ki, HDP’ye oy veren insanlar, gerektiğinde isyana da sürüklenebilirdi.
Oysa, durumun çok farklı olduğunu sonradan gördüler. “Oy vermek” ile “isyan etmek” arasında dağlar kadar farklar bulunduğunu, planlarının suya düşmesinden sonra ancak anlayabildiler.
Fakat, yine de pes etmiş değiller. Canhıraş bir şekilde etrafı yakıp yıkmaya, vurup öldürmeye devam ediyor. Batıdaki büyük şehirlerde de, ev, okul, araç kundaklamaya yöneldiler.
Aslında, panik-atak karakterli bu son gelişmeler de, ayaklandırma plânlarının tutmadığını ve son taktiklerin de iflâs ettiğini gösteriyor.
Çünkü, bu millet, siyaseten ne düşünürse düşünsün, kendi devletine ve kendinden olan askere, polise karşı ayaklanmaz.
Vaktiyle, Şeyh Said gibi dindar bir şahsiyetin liderliğiyle de bu metot denendi, ancak başarılı olunamadı. Bundan sonra da olunamayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Kaldı ki, şimdikilerin dindarlığı da tartışmalı, hatta şaibeli...
* * *
Bir başka gerçek şudur ki: Batı bölgelerinde olduğu gibi, doğu bölgelerimizde de başta Nur Talebeleri olmak üzere, dindar ve takvâ sahibi mazbut insanlarımız var.
Bunlar, aynı zamanda toplum için birer manevî sigorta hükmünde.
Hiçbir örgüt, “müsbet hareket”i esas alan bu sâdık insanları aşarak toplumu ayaklandıramaz. Gayesinde, hedefinde muvaffak olamaz.
Hele hele, Müslüman Türk ve Kürt unsurlarını birbirinden asla ayıramaz. Bin yıldır bir arada ve huzur içinde yaşayan bu dindaşlar, ideolojisi karanlık, hedefi bulanık bir örgütün hatırı için birbirine düşmezler, birbirinden kopup ayrılmazlar.
* * *
Yaşanan ve bir türlü kontrol altına alınamayan hadiselerde meydana gelen zarar-ziyan ise, ne yazık çoktur ve son zamanlarda ürkütücü boyutlara çıkmış bulunuyor.
Ne var ki, zarar-ziyanın büyüğü yine Kürtlerde. Hem canları gidiyor, huzurları kaçıyor, hem de evlerinden barklarından oluyorlar.
Sonuç tablosu, apaçık ortada: Buna sebep olan PKK’nın Kürtlere zarardan başka hiçbir faydası dokunmuyor. Kendince isyana sevk etmek istediği ahali, çatışma bölgesini terk ediyor ve meselâ Kobani’ye değil de, yine Türk kardeşlerinin ekseriyetle yaşadığı bölgelere doğru göç edip gidiyor.
Demek ki, Kürt halkı bile PKK’ya değil, Türk kardeşlerine daha fazla güvenip itimad ediyor.
* * *
Son olarak, tereddütte kalan vatandaşlarımıza da birkaç hatırlatmada bulunmak istiyoruz: Hadiselerin bu noktaya gelmesinde, hiç şüphesiz hâlâ Kemalist karakter taşıyan devletin ve zigzaglı politikalar içinde bocalamaktan kurtulamayan hükümetin çok büyük hataları, ihmalleri vardır.
Fakat, bu hata ve ihmallerin hiçbiri, isyanı, kan dökmeyi haklı kılmaz.
Aynı hüküm, M. Kemal ve İsmet Paşa zamanındaki ceberrut hükümetler için de geçerli idi ki, Bediüzzaman Hazretleri, o hükümetlere isyan etmeyi, kardeş kanı dökmeyi doğru bulmadı ve o tür hareketlere iştirak etmediği gibi onu dinleyen halkı da yatıştırarak isyandan muhafaza etmeye çalıştı. Şükürler olsun, bunda muvaffak da oldu.
Şimdilerde de, yine aynı yatıştırıcı rolü üstlenmek ve bunu halka anlatmak durumuyla karşı karşıya olduğumuz kanaatiyle bunları yazıyoruz.
***
@salihoglulatif: Şehirlerdeki silâhlı direniş, en çok Kürtlere zarar verir, perişan eder. Kan dökmeye son verilmezse, sırasıyla OHAL, sıkıyönetim ve nihayet darbe gelir. Bu da katmerli zarar demektir. Bediüzzaman, “Ey Kürtler! İstibdattan, herkesten ziyade biz zarardîdeyiz” diyor.