"Ümitvar olunuz, şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sada İslâm'ın sadası olacaktır."

Piyasalar

Dine müdahaleden, dini kullanmaya

M. Latif SALİHOĞLU
30 Ağustos 2017, Çarşamba
Cumhuriyet’in ilk çeyrek yüz yılı “dine müdahale” çabalarıyla geçti. Son kırk-elli yıldır “dini kullanma” siyasetine tanıklık etme bahtsızlığını yaşıyoruz.

Oysa, siyaset yoluyla “dine hizmet” etmektir, esas olan...

* * *

Laikperest Kemalistlerin laiklikten anladığı şey, maalesef “dinsizlik” mânasıydı. Nitekim, 1950’den önceki uygulamaları da aynen bu istikamette olmuştur: Camiye, Ezana, Kur’ân’a, dinî giyim-kuşam dahil, her türlü dinî ibadete müdahale edilmekten geri kalınmadı.

Müdahalenin ötesinde, cebrî kànunlarla, para ve hapis cezalarıyla, milyonlarca mâsuma kan kusturuldu, dünyaları başlarına yıkıldı.

* * *

Son yıllarda ise, siyasî ikbâl ve iktidar uğruna, ne yazık ki bu kez “dinî kullanma” yöntemi ihtiyar edildi. Bunları da “Dindar Kemalist” şeklinde tarif ve tasnif etmek mümkün. Tabiî, itikadî noktada değil, belki amelî yönleri itibariyle...

İşin garibi, ilk dönemde olduğu gibi, bu son dönemde de en çok sıkıntıyı çekenler, yine “dindar kesim”den kendi insanlarımız....

Siyaset topuzu, daha çok “dindar muhalif” şeklinde görünen mâsumlara karşı kullanılıyor.

Şimdi, bu konuyla ilgili olarak, dünden bugüne yaşanan acıların, zulüm ve baskıların tarihî seyrine kısaca bir nazar gezdirelim.

Din ve millet gerçeği

Yaratılış kànunu gereği, bir millet asla dinsiz, mâneviyatsız yaşamaz ve yaşayamaz.

Bu hakikati, bütün beşer tarihinde görmek, göstermek mümkün.

Yakın tarihimizin bir asra yaklaşan inişli çıkışlı sürecinde yaşanan vak'alar dizisi de, bize bu bâriz gerçeği adeta ezber ettirdi.

Millete rağmen dine yapılan hiçbir müdahale, kabul görmedi ve topluma mal olamadı.

İşte, çarpıcı bazı misâller...

Şapka Kànunu yürürlüğe konulduktan sadece iki gün sonra, yani 30 Kasım 1925'te sarık ve sair dinî kıyafetlerin giyilmesi, çıkarılan bir başka kànun maddesiyle yasaklandı.

Yine aynı gün Meclis'te kabul edilen bir diğer kànun maddesi gereği, tekke, zaviye ve türbeler kapatıldığı gibi, şeyh, mürit, türbedar ve benzeri unvanların kullanılmasına da kökten yasak getirildi.

Kısaca, bu tarihlerde çıkarılan ve derhal tatbike konulan kànunlarla, tarîkat-tasavvuf mesleği yurt genelinde yasaklanmış oldu.

Evveliyatı yüz yıllara dayanan bu dinî müessesenin ortadan kaldırılması için ise, alabildiğine sert, kırıcı, yıkıcı yollara tevessül edildi.

Üstelik, 5'er yıl arayla en akla gelmedik metodlara başvurularaktan. Şöyle ki:

BİR: Meselâ, 1925'te patlak veren Şeyh Said Hadisesi bahane edilerek, Anadolu'nun özellikle Doğu kesimindeki tasavvuf/tarîkat faaliyetlerine son verilmeye çalışıldı; tanınmış şeyhlerin hemen tamamı ya idam edildi, ya da başka yerlere sürgüne yollandı.

Ne var ki, bu milletin dinî hakikatlere duyduğu ihtiyaç aynen devam ediyordu.

İKİ: 1930'da yaşanan "Menemen Hadisesi" bahanesiyle, Anadolu'nun bilhassa Batısında mevcudiyeti tesbit edilen tarîkat ehli şeyh ve müritler, idama varan en zecrî tedbirlerle sindirilmeye çalışıldı.

Ancak, bu milletin din ihtiyacı artarak devam ediyordu.

ÜÇ: 1935'te 120 talebesiyle Eskişehir Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevk edilen Üstad Bediüzzaman'a isnat edilen en büyük suçlardan biri şuydu: "Sen şeyhlik taslıyor ve yasaklanmış olan tarikat dersleri veriyorsun."

Bir dinî müessese olarak tarikatların asırlar boyu yaptığı kudsî hizmeti nazara veren Üstad Bediüzzaman ise, muhataplarını şaşkına döndürecek şu cevabı veriyordu: "Efendiler! Ben şeyh değilim; ben hocayım. Şu dokuz-on senelik sürgün hayatımda, haydi biri çıksın desin ki bana tarikat dersi verdi. Belki yanıma gelen herkese demişim ki: İman lâzım, İslâmiyet lâzım. Zaman tarikat zamanı değil, imanı kurtarmak zamanıdır." (Bkz: Eskişehir Müdafaası.)

İşte, bu tarihten sonradır ki, kànunen yasak olan tarîkatçılık, fiiliyatta büyük ölçüde serbest bırakıldı ve bütün kuvvetiyle Risâle-i Nur hareketinin üzerine gidildi.

Burada, ortaya çıkan apaçık mânâ şudur: Ne yapılırsa yapılsın, bu milletin dine, diyanete, maneviyata olan ihtiyacı bitmez, sönmez ve dahi söndürülemez.

Şimdi dikkat edilmesi ve üzerinde odaklanması gereken en mühim nokta şudur ki: Bu millet, nasıl “dine müdahale” anlayışını reddedip ona gereken dersi verdi ise, son zamanlarda uygulamaya sokulan “dini kullanma” anlayış ve alışkanlığını da aynı şekilde reddedecek bir şuur ve irade kuvvetiyle, istikbâle müteveccihen istikametli yolunda biiznillah devam edip gidecek.

***

@salihoglulatif:

O kadar çok mâsum insanın mağduriyetine sebebiyet verildi ki, her şey bir yana, tek bu günâh bile, müsebbiblerin mahvınıza yetecek kadar büyüdü, ağırlaştı...

Okunma Sayısı: 4001
YASAL UYARI: Sitemizde yayınlanan haber ve yazıların tüm hakları Yeni Asya Gazetesi'ne aittir. Hiçbir haber veya yazının tamamı, kaynak gösterilse dahi özel izin alınmadan kullanılamaz. Ancak alıntılanan haber veya yazının bir bölümü, alıntılanan haber veya yazıya aktif link verilerek kullanılabilir.

Yorumlar

(*)

(*)

(*)

Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve tamamı büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. İstendiğinde yasal kurumlara verilebilmesi için IP adresiniz kaydedilmektedir.
    (*)

    Namaz Vakitleri

    • İmsak

    • Güneş

    • Öğle

    • İkindi

    • Akşam

    • Yatsı