Din adına siyasete atılanlarda, İslâma zarar gelmemesi için “olmazsa olmaz” şartların başında “aşk-ı İslâmiyet” gelir.
Yani, dindar siyasetçilerin hedefi, gayesi gibi, esas kaynağı ve hareket noktası da aynı aşk, aynı şevk, aynı sevdâ olmalı.
Bu temel yörüngenin dışına çıkanlarda “aşk-ı siyaset” galebe çalar; bunlar, zamanla ve gitgide düğüm bağlayan bir açmazın, bir çıkmazın içine fena halde düşüp boğulurlar.
* * *
“Siyaset aşkı”nı “İslâmiyet aşkı”ndan üstün tutanlar, ilk başlarda güçlenerek marjinal bir yükselişin içine girebilirler.
Zira, yanlış ve sakat bir kulvarda yürümekle beraber, yine de aşkla-şevkle çalışıp çabalarlar. Adeta “ibadet aşkı”yla bir cehd ve gayret içine girerler.
Haliyle, bu üstün gayretlerinin meyvesini de alırlar: Rakiplerinin hemen hepsini geçip açık ara üstünlük sağlarlar.
Tökezledikleri zaman ise, çok fenâ halde düşerler. Korkunç bir karamsarlığın, ızdıraplı bir ümitsizliğin içine yuvarlanırlar.
Çünkü, kendi düşüşlerini, dinin yıkılması, İslâmiyetin düşmesi mâna ve mahiyetinde anlarlar. Yani, öyle telâkki ederler.
Bundan dolayı da, bir ye’is ve ümitsizlik girdabının içinde yuvarlanıp giderler.
Nitekim, 1909’da “Abdülhamid düşerken”, böylelerinin nazarında “Din düşmüş, şeriat yıkılmış, İslâmiyet mahvolmuş...” gibi fecî bir vaziyet hasıl olmuş.
Benzer veya aynı mânadaki zihniyetin sahipleri için, dün olduğu gibi bugün de durum hemen hemen aynıdır: Ümmetin reisi, milletin vekili, dinin asıl sahibi şahıstır, liderdir, sultandır, halifedir, vs... O varsa herşey var, o yoksa herşey elden çıkıp yok olmaya mahkûmdur. (“Biz varsak siz varsınız” saplantısını tahattur ediniz.)
Oysa, asıl önemli ve öncelikli olan hükümdar değil, hükümdür, ahkâmdır, kànundur, ölçüdür, dengedir, düstûrdur, prensipler manzumesidir, vesaire...
Aynen, şu vecizede ifade edildiği gibi: “İstibdat, zulüm ve tahakkümdür; meşrûtiyet adâlet ve şeriattır. Padişah, Peygamberimizin (asm) emrine itaat etse ve yoluna gitse halifedir; biz de ona itaat ederiz. Yoksa, Peygamber’e (asm) tâbi olmayıp zulmedenler, padişah da olsa, hayduttur.” (D. H. Örfî)
* * *
Şimdi de, “aşk-ı İslâmiyet”i geriye iterek, “aşk-ı siyaset” ile öne çıkan iktidar tutkunu bağnazların, sıklıkla kullanmış olduğu etkili silâh ve propagandalarına dair bazı tesbitlerimizi sıralamaya çalışalım.
Siyaset aşkıyla sarhoş olanlar, hem nazarları, hem de bazı duyguları körelmeye yüz tutar. Kendi liderine tapınırcasına bağlanırlar. Liderlerinin doğrularını da, yanlışlarını da aynı aşk çılgınlık hali içinde alkışlar durur. Hataların, zikzakların, U dönüşlerin farkına bile varmaz. Çünkü, aklı başında olmadığı gibi, iradesi de elinde değil. Tam bir sürü mantığı (yani mantıksızlığı) içinde meçhûl bir âkıbete doğru sürüklenir gider. Tâ ki, sert bir kayalığa toslayıp aklını-beynini dağıtıncaya kadar kör-kütük bir sarhoşlukla gider.
Siyaset aşkıyla “şahsiyet meftunu” haline gelenler, aynı zamanda korkunç birer “damgacı” haline gelirler. Ellerinde kirli-boyalı bir mühür, önüne gelen her muhalifin alnına yapıştırıverirler: Sen şusun-busun, yahut şucu-bucusun diyerekten... Bu bağnazların kasıtlı şekilde vurduğu o korkunç damgaları, sen ve senin gibi kırk bin akıllı kırk yıl uğraşsa yine de çıkaramaz. O derece etkili. Çünkü, o işi de bir nevi ibadet telakki ederek yapar ve yaptırır.
Akıl-vicdan terazisi bozulmuş siyaset aşıkları, siyaset ve iktidar uğruna, düpedüz yalan ve yanlış şeyleri hiç çekinmeden ve hiç yüzü kızarmadan söyler. Çünkü, aslında Cenâb-ı Hakk’a ait olan netice-i siyaseti ve iktidar menfaatini düşünerek öyle hareket eder. Oysa, bile bile yalan “bir lâfz-ı kâfirdir”; mü’minin vasfı değildir ve hiçbir şekilde cevazı yoktur.
İslâmiyetten çok siyasetin câzibesine kapılan aktörler, açık ve şeffaf iş yapmazlar. Çünkü, hukuk ve demokrasiye hakkıyla inanmadıkları için ikili oynamaya mecbur kalırlar. Meselâ, masa başında ve zahirde görüştükleri, yahut onlarla çetin bir pazarlık-müzakere yapıyor gibi göründükleri halde, aynı muhataplarla masa altında el sıkışmak veya gizli mutabakata varmak gibi kapalı devre iş çevirme yoluna saparlar.
Velhâsıl, buna benzer daha başka garipliklerin acaipliklerin, tuhaflıkların içine girerler de, muhibleri tarafından bunların hiçbiri fark edilmez. Zira, o muhiblerin, uğrunda yanıp tutuştukları aşk “aşk-ı İslâmiyet” değil, vâ-esefâ ki “aşk-ı siya-set”tir. Bu ise, onlara her türlü fenalığı yaptırır ve ne yazık ki yaptırıyor.
***
@salihoglulatif:
TESBİT: İran'da var gibi görünen hürriyet, adâlet, cumhuriyet, demokrasi, kànun hakimiyeti, temel insan hakları vs., bunların tamamı Âyetullah ve ona bağlı Mollaların tesiri-baskısı altında.
TEMENNİ: Bu komşu ve kardeş ülkenin bir ân evvel huzura, sükûna kavuşması...