Yurdun hemen her tarafını sarıp sarmalayan seçim gürültüsünden, tarrakasından geçilmiyor. Kulakları sağır eden seslerin biri kesilmeden diğeri devreye giriyor. Ortalık toz-duman. Yer yer kıyametler kopuyor.
Süre kısaldıkça, hareketlilik de artıyor. Bazı yerlerde pek nâhoş hadiseler vuku buluyor. Kimilerinde kıskançlık, tahammülsüzlük had safhada.
Demokrasi erdeminden, kültüründen mahrumiyet, bazı kimselerin canavarlaşmasına, adeta insanlıktan çıkmasına sebebiyet veriyor.
Dünyanın birçok ülkesini gezmiş-görmüş biri olarak şunu ifade etmeliyim ki: Bizdeki gürültülü-patırdılı, dahası meydanları, cadde ve sokakları ses ve görüntü kirliliğine boğan bir seçim kampanyasına medenî dünyanın hiçbir ülkesinde rastlayamazsınız. Kezâ, bizdeki gibi bindirilmiş kıt’alarla tıklım tıklım doldurulmuş, fokur fokur gövde gösterisi kokan meydan mitinglerine de...
* * *
Yaşlaşan genel seçimlere dair, şimdiye kadar hemen hiç yazı yazmadık. Bundan sonra da detaylara girip arenada boğulmaya hiç niyetimiz yok.
Ana hatlarıyla sadece şu kadarıyla iktifa edelim:
7 Haziran seçimleri, karşımızda çok bilinmeyenli bir denklem gibi duruyor.
Olağan üstü, ya da sürpriz sayılacak olağan dışı bir gelişme yaşanmadığı takdirde, bugünden okunan ve çokça konuşulan muhtemel tablolar şöyledir:
HDP baraj sınırında görünüyor. Barajı geçerse, bir önceki seçime göre milletvekili sayısı neredeyse iki kat artmış olacak. Bu da, AKP’nin tek başına iktidar olma şansını alabildiğine zayıflatması demektir.
HDP için yüzde 10 oranı, barajın da ötesinde nasıl bir prestij haline geldiyse, AKP için de yüzde 40 oranı bir prestij, dahası bir psikolojik sınır haline gelmiş durumda. Bu sınırın altına düşerse, partinin yeniden toparlanıp yükselişe geçmesi artık bir hayal olur.
CHP ile MHP’nin oylarında ise, anketlere göre nisbî bir yükselme bekleniyor. MHP, bu seçimde—şimdilik—daha şanslı görünüyor.
Hassas dengeler ve değişken dinamikler üzerinde giden siyaset treni, 7 Haziran istasyonuna doğru hızla ilerlerken, ortaya çıkacak olan Meclis tablosunun da bugün itibariyle çok bilinmeyenli bir denklem gibi durduğunu tekraren ifade ettikten, demokrasi tarihimizdeki ilk hür seçimlere dair bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyoruz.
DP’nin “çeyrek muhalefet” gücünü kıran Milletçiler
Türkiye'de çok partili sisteme geçildikten sonra–ayıplı da olsa–yapılan ilk genel seçimin tarihi 21 Temmuz 1946'dır.
"Açık oy, gizli tasnif" ayıbıyla yapılan bu seçimde, Demokrat Parti 61 milletvekili kazanarak Meclis'te hem grup kurdu, hem de anamuhalefeti temsil etmiş oldu.
Bu tarihî hadisenin üzerinden yaklaşık 70 sene geçti. Şimdi, aynı misyonun takipçileri yine Demokrat Parti ismi ile, fakat oy oranı itibariyle 70 yıllık tarihinin en düşük seviyesinde olarak seçimlere iştirak ediyor.
Bu tabloya bakarak “Nereden nereye...” demekten alamıyoruz kendimizi.
Mareşal’in Partisi
Milliyetçi ve muhafazakâr diye bilinen bir grup milletvekili, 1946'da seçilmiş oldukları Demokrat Partiden ayrılarak, 19 Temmuz 1948’de Millet Partisini kurdu.
Bu yeni siyasî hareketin başını Fevzi Paşa, Sadık Paşa, Cevat Rıfat ile Osman Bölükbaşı çekiyordu.
1948 yılı Temmuz ayı ortalarında Ankara'da dindarlığıyla bilinen Osman Nuri (Köni) Efendinin evinde toplanan Milletçiler, mübarek sayı olsun diye 33 kişiyle yeni partiyi bir an önce kurmaya karar verdi.
Millet Partisinin Fahrî Genel Başkanlığına Mareşal Fevzi Çakmak, resmî Genel Başkanlığına Prof. Hikmet Bayur, Meclis Grup Başkanlığına ise Osman Nuri Bey getirildi.
Böylelikle, Meclis'te grubu bulunan yeni bir parti daha teşkil edilmiş oldu. (Tahminen 28 kişi.)
Millet Partisini oluşturan milletvekillerinin hemen tamamı, Demokrat Partiden ayrılan kimselerdi.
Toplam milletvekili sayısı 61 olan Demokrat Parti, bu yeni hareketle daha ikinci senesinde tam ortadan ikiye bölünmüş oldu.
Millet Partisini kuran yeni grup, Demokrat Partiyi pasiflikle suçlamaya başladı. Onlara göre, iktidardaki Halk Partisine ve özellikle İsmet Paşaya karşı daha sert, daha haşin bir politika izlenmeliydi.
Nitekim, partinin resmî kuruluşuyla birlikte bir beyannâme neşreden Fahrî Başkan Fevzi Paşanın sözleri de aynı doğrultudaydı.
Fevzi Paşa, Halk Partisine karşı asıl muhalefeti ancak kendilerinin yapabileceğini, Demokratların çok pasif kaldığını ve uzlaşmacı bir tavır sergilediğini söylüyordu.
Oysa, Millet Partisinin bu çıkışı en çok da Halkçıları ve bilhassa İsmet Paşayı sevindiriyordu. Zira, bu hareketle, iktidara gelmeye hazırlanan Demokratların zaafa uğratıldığını gayet iyi biliyorlardı.
Olsun... Yeter ki, Demokratlar düşsün de onların yerine kendileri gelsin. Demokrasi aşkından çok iktidar hırsı; aşk-ı İslâmiyetten çok aşk-ı siyaset...
Oldum olası, bunların tabiatı böyle. Hiç değişmedi, değişeceğe de benzemiyor.
@salihoglulatif: 1946 seçimlerinde adeta “çeyrek muhalefet” konumunda ve bir ton sopa yiyerek Meclis’e zar-zor girebilen Demokrat Parti, ilk ve en ağır darbeyi dindar görünümlü Millet Partisinden yedi.