Bu vatanda son yüz yıl içinde gerçekleştirilen darbelerin hiçbiri henüz hakkıyla mahkemeye taşın(a)madı, hukuk ve adâletin önünde lâyık-ı veçhiyle muhakeme edilmedi, ne yazık ki...
Bundan dolayı da, yarım düzineyi bulan bu darbe ve muhtıraların failleri, şu fâni âlemde cezasını alamadan gitti; geri kalanların durumu ise, henüz meçhûl...
Bu ülkede "geçmişi sorgulamak" var; ancak bilhassa siyasîleri "hukuken ve âdil şekilde yargılama" âdeti tam olarak gelişmiş, yahut yerleşik bir mekanizmaya dönüşmüş değil.
(NOT: Yüz sene önceki İttihatçıların yargılanması, daha ziyade "savaş yenilgisi" sebebiyle olmuş. Ki, o da çok sınırlı tutulmuş ve elebaşı durumundakiler ancak "gıyâben muhakeme" edilebilmişler.)
Darbe yapanlar, keşke zamanında ve hak ettikleri şekilde yargılanabilseydi... O takdirde, acaba bu türden ihanetler, fecâatler, felâketler hiç tekerrür eder miydi?
Kronik darbeler kronolojisi
Bugün "12 Eylül Darbesi"nin 37. yıldönümü... 1980'de "Darbe Cuntası"nı teşkil edenler, o zamanın kuvvet komutanlarıydı. Bu cunta, elindeki yetkiler itibariyle orduyu temsil ediyordu. Ancak, vicdan ve hukuk açısından aynı temsil yetkisine sahip olduklarını savunmak imkânsız... Demek ki, orduyu şeklen temsil eden "12 Eylül Cuntası", aynı orduyu mânen ve hakikaten temsil etmiyordu.
Dolayısıyla, orduyu emellerine âlet ettiler; ama, onlar da ne yazık ki "başka emeller"e âlet oldular.
Bilvesile, adâlet önüne çıkarılamayan ve hukuken muhakeme edilemeyen diğer darbeleri de, geriye doğru sıralayarak kısaca hatırlamaya çalışalım.
* * *
"12 Eylül"den önce "12 Mart" var. 1970'in 12 Mart'ında hükûmete yönelik bir "muhtıra" yayınlayan o zamanın komuta kademesi, istifa edip çekilmemesi halinde hükümeti silâh zoruyla devireceklerini ilân etti. Başbakan Demirel, "Parlamento yolunu açık tutmak" mülâhazasıyla, Çankaya'ya hükümetin istifasını sundu. Bu muhtıranın da, tıpkı diğer darbeler gibi ülkeye zarardan başka hiçbir faydası olmadı.
* * *
27 Mayıs 1960'ta tek başına iktidar olan Demokrat Parti hükümetini deviren askerî cunta, on yıllık demokrasinin de canına okudu. 600 kadar DP'liyi gaddar ve de cebbar bir mahkemede en ağır şekilde cezalandırdı. Seçilmiş dört vatan evlâdının (Başbakan, İç İşleri ve Dışişleri Bakanları ile Maliye Bakanı) kanına girdi.
* * *
Cumhuriyet tarihinin iki kanlı darbesinin benzeri olan iki darbe de Meşrûtiyet devrinde yaşandı:
BİRİNCİSİ: "31 Mart Vak'ası" bahanesiyle 27 Nisan 1909'da İstanbul'a giren Hareket Ordusu, iş başındaki hükümet ile birlikte Sultan Abdülhamid'i de tahtından indirdi. Sayısız mazlûmu dârağacında sallandırdı.
İKİNCİSİ: İttihatçılar tarafından 23 Ocak 1913'te kanlı Bâbıâli Baskını gerçekleştirildi. Normal usûlle işbaşına gelmiş olan hükümet, silâh zoruyla işbaşından uzaklaştırılmış oldu. (Bu hadisenin, ayrıca kendi has özel bazı yönleri de var.)
* * *
Bunların dışında, küçük çapta kalan, yahut başarısız kalıp bastırılan daha başka ihtilâl teşebbüsleri de oldu.
Gariptir, başarılı olan ihtilâlciler "kahraman" ilân edilip ödüllendirilirken, başarısız olanlar ise "hâin" muamelesi görerek idama mahkûm edildiler: Birinci grup için paşalardan Cemal Gürsel (1960) ve Kenan Evren (1980) ile ikinci gruptan albay Talat Aydemir ve Fethi Gürcan (1964) gibi...
* * *
Son olarak yaşanan “15 Temmuz Saldırıları”nın gelişme seyri gibi, asıl mahiyeti de henüz alacakaranlıkta görünüyor. Mahkemesi devam ettiği için, şimdilik detaylara girmiyoruz. İleride inşaallah...
* * *
Yukarıda da sıraladığımız gibi, darbelerin hiçbiri hukuk önünde muhakeme edilemedi; Kenan Evren bile, mahkeme salonuna gelmeyerek, tele-konferans şeklinde ifadesi alındı. Hak ettiği cezayı çekmeden öldü, gitti...
Bu durumda yapılacak olan iş, yani yapılması gereken şey, özellikle yakın geçmişte yaşanmış olan ihtilâl ve muhtıraları fikren sorgulamak ve vicdânen yargılamaktır.
Bu da, eski darbecilerin tasarrufunu tanımamak, geçersiz saymak veya yaptıklarını geçersiz hale getirmekle olur... Meselâ:
BİR: Darbecilerin hazırlatmış olduğu Anayasalar temelden değiştirilmeli; yeni sivil ve demokratik bir anayasayı yürürlüğe konmalı.
İKİ: YÖK, RTÜK gibi ihtilâl tasarrufu olan kurum ve kuruluşlar, yeni baştan ele alınıp kâmilen ıslâh edilmeli.
ÜÇ: Darbecilerin halka dayatmış olduğu "siyasî dizayn"ı yok saymalı, muktesep olan siyasî haklar sahiplerine iade edilmeli.
DÖRT: Siyaseti, özellikle “seçim barajı” maskaralığından bütünüyle koruyup kurtarmalı.
Bunlar yapılmadığı takdirde, teşebbüslerin başarılı olup olmaması bir yana; ama, darbeci kafalardan kurtulma ve muhtemel zararlarından emin olma ihtimali zayıf kalır.
Oysa, bu noktada artık geleceğe emin şekilde ve ümitli bir nazarla bakmalı; istikbâle de ona göre hazırlanmalı. Zira, ülkenin ve milletin dabeye de, darbeci kafalara da artık tahammülü yoktur.
@salihoglulatif:
“Bedelli Askerlik” meselesinin, yeni yasama döneminde gündemin ilk sıralarında ele alınması temennisiyle...