Cumhuriyet güzeldir; en güzel, en ideal rejimin adıdır. Ona sahip çıkmalı, düşmanı olmamalı.
Cumhuriyete düşman olan, aslında halkın düşmanıdır.
Bu güzel sisteme sahip çıkıyor gibi yapıp içini boşaltan, ruhunu-özünü zedeleyenler ise, aslında halk denilen cumhurun da, Cumhuriyetin de baş düşmanıdır.
İster bilsin, ister bilmesin; netice aynıdır, değişmez.
* * *
90 küsûr yıllık Cumhuriyet dönemi tarihimizde seçilen cumhurbaşkanlarının en büyük eksiği veya zaafı, cumhurdan kopuk şekilde yaşamalarıdır.
Cumhurun reisi oldular, ama cumhur ile kaynaşmayı, haşır-neşir olmayı bir türlü sağlayamadılar.
Bilhassa, seçildikten sonraki hayat standartları ve yaşayış tarzları ile halkın yaşayış hali arasında, hiç mübalâğasız “Dağlar kadar fark var” denilebilir.
Sadece aysberg kàbilinden görülebilen lüks, debdebe, israf, ihtişam..., cumhurun moralini bozmaya yetip artıyor bile...
Bu durum, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının gözleri önünde duran, durmaya devam eden bir handikap, bir paradokstur: Cumhura reis oldular; ama, cumhurdan kopuk bir hayat sürdüler.
Avustralya, Almanya ve sair gelişmiş birçok Avrupa ülkelerinde halkın oylarıyla seçilen idarecilerin bizimkilerden hayli farklı, yani pek mütevazı bir hayata tâlim ettiklerini yakînen tesbit ettik.
Ne diyelim? Darısı bizimkilerin başına.
İlk dönem: 1937’ye kadar
Saltanat, Cumhuriyet’in kuruluşundan bir sene önce kaldırıldı. Hilâfet ise, Cumhuriyet’in kuruluşundan yaklaşık dört ay sonra lağvedildi.
Bu da gösterir ki, Hilâfet, Cumhuriyete engel değildir. İkisi, pekâlâ birarada yürüyebilir.
Ne var ki, bizde Hilâfet’i kaldıranlar, Cumhuriyet’in de canına okudular. Bu rejimi mutlak istibdat mânasında tatbik ettiler.
İşte, 1925’te şapka-kıyafet devrimiyle başlayıp 1937’deki laiklik inkılâbıyla had safhaya varan hapisler, sürgünler, idamlar, katliâmlar...
Bu tarihler arasında geçen 12 yıllık süre içinde, hiçbir devrim veya inkılâp için halka gidilmedi, cumhurun fikri sorulmadı, referandum yapılmadı.
Sadece, masa başında karar verilen şeyler cumhura dayatıldı; vaki olan itirazlar ise, en sert şekilde bastırıldı. İnsanlık tarihinde eşi-benzeri görülmedik şekilde cumhura zulmedildi, türlü baskı uygulandı.
Ne var ki, bu karanlık dönemin dosyaları, arşiv belgeleri hâlâ gün yüzüne çıkarılmış değil.
Kullardan titizlikle gizlenen o günlerin defteri, en nihayet Hesap Gününde açılacak ve elbet adâlet yerini bulacak.
“C” kap-kaça uğradı
Cumhuriyet’in birinci senesi olan 1924’ün Sonbaharında, Cumhuriyet’in “C”siyle ilgili olarak çok dikkat çekici bir kap-kaç hadisesi yaşandı. Şöyle ki:
Bugün kısa adı CHP olan "altı ok" simgeli parti, resmî tarih itibariyle 9 Eylül 1923'te kuruldu.
O tarihte, Cumhuriyet henüz ilân edilmiş değildi.
Dolayısıyla, bu partinin CHF diye kısaltılmış ismindeki "C" harfi ile tam ismindeki karşılığı olan "Cumhuriyet" tâbiri de yoktu.
Yani, ilk ismi sadece "Halk Fırkası/HF" olan bu parti, kuruluşundan tam bir yıl, bir ay sonra, yani 10 Kasım 1924 tarihinde Cumhuriyet Halk Fırkası ismini aldı.
Halk Fırkasının önüne böyle apar–topar bir şekilde "Cumhuriyet" tâbirini eklemenin sebebine gelince...
Başında Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Paşa, Refet Bele ve Adnan Adıvar’ın bulunduğu bir grup milletvekili, 9 Kasım günü Halk Fırkasından ayrıldılar.
Bu grubun yeni bir parti kuracağı ve parti isminde "Cumhuriyet" tâbirinin bulunacağı yönünde duyumlar alınınca, Halkçılar telâşa kapıldılar ve hemen ertesi gün bir isim değişikliği yapma cihetine gittiler.
Evet, Halk Partisinin (HF) "CHF"ye dönüşme tarihi, 10 Kasım 1924'tür. (Diğer 10 Kasım’la da tevâfuklu. Doğum-ölüm tevâfuku olabilir.)
Bu partiden ayrılan grubun çalışmaları ancak bir hafta sonra tamamlanabildi ve 17 Kasım günü "Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nın (TCF) resmî kuruluşu ilân edildi.
Hemen ardından, Halkçıları bu kez "Acaba partinin tüzüğünde neler var?" telâşı sardı.
Parti tüzüğünde "Cumhuriyet, demokrasi ve liberalizmin benimsendiği, ayrıca dinî inançlara saygılı olunacağı" şeklindeki ifadeleri gören Halkçılar, iyiden iyiye küplere bindiler ve bu partinin kuyusunu kazmanın yolunu tuttular.
Üç-dört ay sonra zuhur eden Şeyh Said Hadisesinin vebâlini de TCF'ye yükleyen Halkçılar, bu partiyi 3 Haziran 1925'de kapattırdılar ve mensuplarını bertaraf etme yolunu bulmaya koyuldular.
Öyle ki, 1926'daki muhayyel "İzmir Sûikastı"ndan da sorumlu tutulan TCF mensupları, İstiklâl Mahkemesinin cenderesinden geçirilerek, muhalif siyaset tamamıyla susturulmuş oldu.
Tek parti zihniyeti, bu sultasını 14 Mayıs 1950'ye kadar devam ettirdi. Bu tarihten sonra ise, tek başına iktidar yüzünü bir daha görmedi, göremedi.
(Devamı var)
@salihoglulatif:
BAHAR YAKIN
Cumhuriyet,
91 yaşını aşıyor.
Hükûmet,
toplumun yarasını kaşıyor.
Devlet,
fikir hürriyetini haşlıyor.
Demokrasi,
kara kışını yaşıyor.