Yaşı bir asra yaklaşan bağımsız bir devletimiz var. Adı: Türkiye Cumhuriyeti Devleti.
Kuruluşunda, bu devletin dini “Din-i İslâm” idi.
Doğrusu, öyle de olması gerekiyordu; çünkü, cumhurun (halkın) kendisi mutlak ekseriyetle Müslümandı.
Kuruluşundan sadece beş yıl kadar sonra, tam bir kurnazlıkla Anayasadan bu “Din-i İslâm” maddesi çıkarılıp atıldı.
Böylelikle, resmiyette “dini olmayan” ucûbe bir devletle başbaşa kaldık.
Evet, ucûbedir bu. Çünkü, cumhurun kendisi İslâm; onun kanı ve canı üzerinde bina edilen devletin dini İslâm; ama, ona hiç sorulmadan, hiç referandum yapmaya bile gerek duyulmadan, üstelik kuruluş maksadından tamanen sapılarak, bu devletin var olan “din”i bir tür “de-facto” ile yok ediliyor, yahut yok hükmünde sayılıyor.
Bunun geçerli bir mantığı yoktur.
Bu doğrudan doğruya “arkadan iş çevirme”dir.
Zira, Cumhuriyetin temel taşı olan bir husus, cumhura sorulmadan, hele hele ondan gizli bir sûrette ortadan kaldırılamaz.
Böyle gizli-kapaklı bir işin, üstelik cumhur adına yapılmış olması, aslında skandalların en büyüğüdür. Hiçbir şekilde kabul edilemez.
Cumhuriyetin tarihçesi
Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren, bu vatanda yaşanan önemli bazı gelişmelere bu sütunlarda yeniden paragraf açmak istiyoruz.
Doğruları ve yanlışlarıyla, gerçekleri ve sahteleriyle, dobraları ve kandırmacalarıyla, dönen dönem yaşanan vakıaların hikâyesini günümüz nesline anlatmak arzusundayız.
İnşaallah birkaç bölüm halinde...
Azerbaycan Cumhuriyeti (1918)
Bu arada şunu da hatırlatmak gerekir ki: Türklerin veya Müslümanların yakın tarihte kurmuş olduğu ilk cumhuriyet, Türkiye Cumhuriyeti değildir.
Başkumandan Enver Paşa’nın isteği ve Kafkas İslâm Ordusu’nun iradesi ile 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu.
O tarihte Tiflis'te bulunan Azerbaycan Milli Şûrâsı’nın arzu ve kararı da bu doğrultudaydı.
Fakat, arkasında bir kardeş ordunun kuvvetini bulmadan, Bakü merkezli bağımsız bir devleti, bir hükûmeti ilân edemiyorlardı.
Azerbaycan halkının bir asırdır takdir ettiği ve halen de muhabbet duyduğu Enver Paşa’nın dirayeti ile kurulan bu devlet, ancak iki yıl kadar yaşayabildi. 28 Nisan 1920’de Bakü’yü işgal eden Sovyet Rusya Kızıl Ordusu, eski demokratik rejimi lağvederek yerine sosyalist bir rejim getirmiş oldu.
Azerbaycan, yaklaşık yetmiş sene boyunca bu diktatöryal rejimin baskısı altında yaşadı. 1991’de ise tekrar bağımsız bir devlet haline geldi.
AKTÜEL
Bu kadarını bekliyor muydunuz?
Bundan 10-15 sene öncesine gidip AKP’li kurmayların o zamanki sözlerine, tavırlarına baktığınızda, bugünkü yapıdan çok farklı bir profilin arz-ı endâm ettiğini görürsünüz.
Yumuşak üslûplu konuşmalar, sempatik tavırlar, toplumun bütün kesimlerini kucaklayıcı sözler, beyanatlar, hal ve hareketler...
Başlangıçta, evet öyle idiler.
Ama, zamanla çok değiştiler, çok...
Neredeyse tanınmaz hale geldiler.
O kadar ki, oldum olası bu siyasî herekete destek verenler dahi, bugün yaşananlar karşısında hayretini gizleyemiyor. Evet, onlar bile...
* Bu siyasî ikidarın, kendine muhalif gördüğü herkesi düşman ve hain ilân edeceğini;
* Toplumun muhalif görüşteki bütün katmanlarını “Ya Paralelcisiniz, ya da PKK’cı!” diye yaftalayacağını;
* Kendisine boyun eğmeyen bütün medya kuruluşlarını “düşman cephesinin ganimetleri” gibi göreceğini;
* Emniyet ve asayiş kuvvetlerini özel şirkete ait gazete ve televizyonların kapısına sevk edip göz göre göre buraları işgal edeceğini ve ekranları zorbalıkla karartacağını;
* Suriye’deki zayıf rejimin ve yerel örgütlerin yerine dünya devlerini ikame edecek diplomatik hatalarda bulunacağını;
* Suriye politikasında, Türkiye’nin bundan sonra kozlarını ABD ve Rusya ile paylaşmak zorunda kalacağını;
* Ortadoğu’daki İslâm ülkelerinin perişaniyetine, İsrail’in ise güçlenip palazlanmasına sebebiyet verecek fecî politikalara AKP hükûmetinin âlet olacağını;
Evet, AKP’lilerin de dahil olduğu TC vatandaşları, ilk başlarda bunların hiçbirini düşünmüyor, beklemiyor ve tahmin dahi etmiyorlardı.
Ne var ki, bunların tamamı özellikle son birkaç sene içinde yaşandı ve sağ olan başlara geldi.
Şu sıralar, çok sayıda insanımız şaşkınlık yaşıyor. Hatta, en iyimser diye bildiğimiz kimselerde bile karamsarlık halini görmeye başladık. Sebebini sorduğumuzda ise, genellikle aynı doğrultuda cevaplar alıyoruz: Bu kadarını tahmin edemiyordum. Yıllardır destek verdiğimiz siyasî iktidarın bu kadar sertleşeceğini, muhaliflerini ezmek için devletin kuvvetini kullanmaktan çekinmeyeceğini, basını susturmaya çalışacağını, dış politikada ürkütücü boyutlarda seyreden hataları işleyeceğini ve bu hataları inatla işlemeye devam edeceğini asla düşünmüyor ve ihtimal dahi veremiyordum.
Bakalım, toplumun geniş katmanlarını hayrette bırakan gelişmelere seçmen vatandaş nasıl bir tepki verecek ve bakalım halkın iradesi 1 Kasım’da sandığa nasıl yansıyacak...
Bunun ortaya çıkması için, çok az bir zaman kaldı. Hayırlısı Allah’tan.