Tâ başından beri ihtiyatlı bir iyimserlik içinde takip ettiğimiz “Çözüm Süreci” zaman zaman kayalık gibi, karanlık gibi, bataklık gibi çıkmazlara giriyor: Bir bakıyorsunuz, âniden silâhlar patlıyor, can pazarı yaşanıyor, ortalık yangın yerine dönüyor.
Bu halin birinci sebebi, iyiden iyiye kronikleşen asırlık hastalığın mahiyetinden kaynaklanıyor: 1900’lerin başında zuhûr eden Türkçülük cereyanı, kısa bir süre sonra siyasî-ideolojik Kürtçülük hareketini doğurdu.
Yeminlerle beslenip dayatmalarla yaşatılmaya çalışılan “Atatürk milliyetçiliği” ise, alabildiğine derinleşen yaranın üzerine tuz-biber ekti.
Söz konusu o resmî pâyandalar yıkılmadığı müddetçe, siyasî ya da teröre bulaşmış olan Kürtçülük sancısının dineceğine, biteceğine inanmıyoruz, inanamıyoruz.
Zira, Üstad Bediüzzaman’ın da tam teşhis ile tâbir ettiği üzere, pek esassız olan “Kürtlük dâvâsı”, gerçekte “aksülâmel” bir hareket şeklinde ortaya çıkmış. Dahası, Türkçülük yapanlar da “hakiki Türk” değil.
Esasen, hakiki mânâda Türk olan bir mü’min, İslâmiyet milliyeti ile iktifa ettiği için, tutup ayrıca ırkçılık mânâsındaki bir Türkçülüğe tenezzül etmez. Bu hususun da nazar-ı itibara alınmasında fayda var; bilhassa bir yanlışa karşı gelirken, ikinci bir yanlışa düşmemek için...
Kandil’e, İmralı’ya... güvenilmez
Bugün “Çözüm Süreci”nden kast edilen şey, aslında Kürtlerle ilgili meselelerin devlet ve millet nezdinde çözüm ve hal çaresidir.
Tahmin ediyoruz ki, hükümet ve iktidar partisinin de niyet ve kastı bu yöndedir. Ne var ki, meselenin halli için sıklıkla gündeme getirilen, iç ve dış kamuoyuna yansıtılan adres bildirimlerinde ise, çok ciddi hatalar yapılıyor.
Yegâne çare mercii olarak Millet Meclisi var iken, meselâ İmralı, meselâ Kandil veyahut Avrupa’daki Kürt diyasporası, niçin çözüm adresleri arasında gösteriliyor?
Dış bağlantıları şüphesiz olan PKK’nın bütün bu adresleri göstermesi kendisi açısından gayet normal bir şey. Lâkin, hukuk ve demokrasi çerçevesinde hareket etmesi gereken iktidar kanadı neden bu tehlikeli sulara doğru sürükleniyor? Bunu anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu durum, esasen anlaşılır gibi değil.
Doğru adres: Meclis-i Mebûsân
Osmanlı’nın en zayıf zamanında Kürt-Teâli Cemiyeti kurulur. (1918)
Bu cemiyetin Avrupa’daki temsilcileri, 1920’de Kürtleri hem Türklerden, hem de İslâmiyet camiasından ayırma teşebbüsünde bulunur.
Bu uğursuz teşebbüsün baş aktörleri arasında eski Osmanlı ateşemiliteri Kürt Şerif Paşa ile Ermeni asıllı Bogos Nubar Paşanın isimleri geçiyor.
Avrupa’daki İslâmiyet düşmanları tarafından da himaye edilip desteklenen bu kimselerin marifetiyle Paris’te bir konferans düzenlenir.
Kürt halkını ecnebilerin menhus emellerine âlet etmeyi hedef alan bu teşebbüs karşısında harekete geçen Üstad Said Nursî, umum meşâyih, ulemâ ve ümerâya gönderdiği telgraflarla Şark’ı ayağa kaldırmaya çalışır. Bununla da iktifa etmeyip, ayrıca Sebilürreşad’ın Mart (1920) sayısında “Kürtler ve İslâmiyet” başlıklı uzunca bir makale neşreder.
İşte, o harikulâde makalenin kısacık bir bölümü:
“Kürtler’i Müslümanlıktan ayırmak isteyenler, esâsât-ı İslâmiyye’ye muhâlif hareket ediyorlar...
“Hakiki Kürtler, kimseyi kendilerine vekil-i müdâfi‘ olarak kabûl etmiyor. Onların vekili ve Kürdlük nâmına söz söyleyecek, ancak Meclis-i Mebûsân-ı Osmaniyedeki mebuslar olabilir.
“Kürdistan’a verilecek muhtâriyyetden bahsediliyor. Kürdler, ecnebî himâyesinde bir muhtâriyeti kabûl etmektense ölümü tercih ederler.
“Eğer, Kürtlerin serbestiyyet-i inkişâfını düşünmek lâzım gelirse, bunu Bogos Nûbar’la Şerif Paşa değil, Devlet-i Aliyye düşünür.
“Hülâsa: Kürtler, bu hususta kimsenin tavassut ve müdâhalesine muhtaç değildirler.”
Sukût-u hayal olmaması için
Bu sözlerdeki mesaj, gayet açık ve vâzıhtır. Kürtlerle ilgili serbestiyet, muhtariyet, inkışâf ve sâir meselelerin görüşülüp karara bağlanacağı yer, her partiden Kürtlerin de dahil olduğu Büyük Millet Meclisi’dir.
Dolayısıyla, bunun dışındaki adreslerin hiçbirine güvenilmez ve geçerliliği kabul edilemez.
Osmanlı Meclislerinde olduğu gibi, günümüzün Meclislerinde de (hatta, düne göre daha fazla sayıda) Kürt kökenli mebuslar var.
Üstelik her partiden ve bağımsız adaylardan olmak üzere... Buna mukabil, Kürt meselesini tutup sadece bir parti ile görüşmek, konuşmak da yanlış. Bununla da bir yere varılamaz.
Meclis, kendi içinden bir komisyon kurarak (Meselâ, Anayasa Komisyonu gibi), bu meseleyi etraflıca ele almalı ve mutabık kalınan hususları ayrıca Meclis Genel Kurulunda görüşerek bu asırlık müzmin sıkıntıyı gidermek için köklü bir hal çaresini bulmaya çalışmalı.
Bunun dışındaki platformlarda yapılan görüşmeler, sadece fikir ve bilgi edinme amaçlı olup, nihaî çözüm için asla bir müzakere, yahut bir pazarlık mahiyetine dönüştürülmemeli.
Evet, vatan ve milletimizi ilgilendiren her mesele gibi Kürt meselesinin hal çaresi için de yegâne merci ve adres, günümüz itibariyle de Büyük Millet Meclisi’dir. Bunun dışındaki adreslere asla itibar edilmemeli ve meşrû sayılmamalı.
Aksi yöndeki teşebbüsler akim kalmaya mahkûmdur. Şayet yanlış adreslerde ısrar edilirse, bunun neticesinin de sukût-u hayaller olacağı muhakkaktır. Bizden hatırlatması.
@salihoglulatif: Yanlış adreslerde doğru çözüm bulunamaz. Kürtlerle ilgili meselelerin görüşülüp hal çaresinin bulunabileceği yegâne merci ve adres, Büyük Millet Meclisi’dir.