Kan ve barut kokusu, ortalığı yeniden istilâ etmeye başladı.
Kimsenin ne can emniyeti kaldı, ne mal emniyeti. Yangınların, patlamaların nerede vuku bulacağı, kurşunlara kimin hedef olacağı belli değil.
Kan döküldüğü ölçüde anaların feryâdı da yükselmeye devam ediyor, ne yazık ki...
Aynı dine mensup, aynı kıbleye yönelen, aynı ülkenin vatandaşı olanların feryâdı gibi gözyaşları da biribirine karışıp gidiyor, vâ esefâ...
Ne acı bir tablo, ne feci bir durum, ne kahredici bir manzara; aman yâ Rabbî!
* * *
Oysa, beş-altı senedir milletimiz ne güzel “Çözüm Süreci” ninnileriyle oyalanıp uyutuldu:
* İcabında baldıran zehiri bile içilecek; ama, akan kardeş kanı mutlaka durdurulmaya çalışılacaktı.
* Çekilen acılar dindirilecek; artık analar ağlamayacaktı.
* Kimilerinin siyasî hayatına mal olsa bile, bu keşmekeşliğe muhakkak bir çözüm yolu bulunacaktı.
* O yollardan biri Oslo, İmralı, Kandil gibi yerlerle yarı açık, yarı gizli görüşmelerde bulunmaktı.
* Bir başka yol olarak, Dolmabahçe’de “mutabakat”; olmadı “irade beyanı” denemesi yapılacaktı.
* Diyarbakır meydanında “Kürt kardeşlerimiz”le birlikte elele tutuşup “Megri megri” (Ağlama ağlama) şarkıları söylenecekti.
* Doğu’daki şehir mitinglerinde Nur Risâleleri ve Kürtçe Kur’ân gibi kudsî değerlerle meydanlar dalgalandırılacak; milliyetçilik denen “asabiyet-i câhiliye” ayaklar altına alınmaktan çekinilmeyecekti.
* Ve, daha neler neler yapılacak, edilecek, söylenecekti...
Amma ve lâkin, bütün bu “cek-cak”ların olmazsa olmaz bir şartı, yani bir karşılığı olacaktı: Kürt kardeşlerimiz, seçimlerde bize oy verecek...
Eğer oy yoksa, “Çözüm” de yok. Eğer oy yoksa, Kürt sorunu da yok. Ne çözümü? Ne Kürt sorunu?
Artık “Kürt kardeşim” falan da yok, bilesiniz! Sizi gidi nankörler sizi...
* * *
Burada meseleyi abarttığımızı, mübalâğa yaptığımızı düşünenler olabilir. Varsın olsun; önemi yok.
Zira, zerrece bir şüphem kalmadı ki, mahiyeti hep meçhûlde tutulan şu “Çözüm Süreci” hikâyesinin temel hedefi siyasî ikbâl ve menfaat hesabına yönelikti.
Keza, zerrece şüphem kalmadı ki, yüzde 10’luk seçim barajı da, yine bu siyasî hesaplar sebebiyle kaldırılmadı.
Nitekim, konu gündeme her geldiğinde verilen karşılık şu oldu: “Bu barajı ben mi koydum ki tutup kaldırayım?”
İyi de, 2010’daki referandumla kaldırttığın maddeler için neden aynı şeyleri söylemedin? Demek ki, işine nasıl geliyorsa öyle...
Demek ki, asıl mesele hürriyet, demokrasi, insan hakları, Kürt kardeşlerin derdi falan değil; doğrudan siyasî rant, siyasî ikbâl, politik menfaat...
Oysa, orta yerde bir temel insan hak ve hürriyetleri meselesi varsa, bunu hiçbir şekilde siyasî menfaat hesaplarına göre ele almamalı; tutup meseleyi bir o yana, bir bu yana eğip bükmeye çalışmamalı..
Siyasî veya ideolojik hesaba endeksli olarak Kürt meselesine bakanlar, ciddî ve samimî olamazlar.
Ciddiyet ve samimiyet olmadan da, böylesine kronikleşmiş bir mesele asla çözülmez, çözülemez.
İşte, tarafların durumu da, geldikleri nokta da, onların bu hayatî meselede ne derece tutarsız, ciddiyetsiz ve samimiyetsiz olduğunu gösteriyor.
* * *
Bu yazıyı okuyanların bir kısmı şöyle bir tenkitte de bulunabilir: Canım siz de hep hükûmete vuruyorsunuz, hep iktidar tarafını eleştiriyorsunuz? Böyle tarafgirlik olur mu?
Elcevap: Ey azizler! Tarafların adı üstünde: Bir tarafta devlet-hükümet var; diğer tarafta ise terör örgütü var.
Biz bir terör örgütünü tenkit edecek kadar olsun ciddiye almıyor ve ona değer vermiyoruz. Şimdiye kadar da değer vermiş değiliz.
Onun işi-gücü zaten vahşet kusmaktır. Kezâ, dizginlerinin kimin elinde olduğu belli değil. Türkiye ve İslâmiyet düşmanlarının örgütle sürekli temasta olduğunda da şüphemiz yok.
Önemli olan, insanlarımızı o cereyana mecbur ve mahkûm durumda bırakmamak, gençlerimizin o örgüte meyletmesine meydan-fırsat vermemektir. Bunun için de tutarlı ve samimî olunmalı ki, esasen devlet ve hükûmetten beklentimiz bu yöndedir.
Sadece biz değil, toplumun çok geniş bir kesimi “Çözüm Süreci” denilen muammayı temenni ve duâ ile karşıladı. Umumî beklenti, hep müsbet bir neticenin alınması yönünde oldu.
Ne var ki, bütün bu beklenti ve temenniler neredeyse boşa çıkartıldı. Toplum, adeta sukût-u hayale uğratıldı.
* * *
Her şeye rağmen, yine de ümitsiz, karamsar olmamalı.
Dert ne olursa olsun, devâsı mutlaka vardır ve devlet-hükümet bu devâyı bulmak için vardır. Hikmet-i vücudu budur. Bu vazifeyi yerine getiremeyenin yapacağı en doğru hareket, aradan çekilmesi ve işi ehline bırakmasıdır.
Duâ ve temennimiz, yaşanan sıkıntıların ciddî ve samimî bir niyetle ehil kimselerce ele alınarak huzur ve barışın yeniden sağlanmaya çalışılması yönünde olmalı. Cenâb-ı Hak, bizlerin yâr ve yardımcısı olsun.